Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Hayatı, Eserleri ve Edebi Kişiliği

yakup kadri karaosmanoğlunun hayatı

Yakup Kadri Karaosmanoğlu

YAŞAMI

1889’da Kahire’de doğan Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun babası Abdülkadir Bey’dir. AbdülKadir Bey’in ailesi Manisa ve çevresinde yaşamaktaydı. Yakup Kadri’nin babasının sülalesi 17. yüzyıldan itibaren ad­ları duyulan bir sülaledir. Manisa’nın Yaya köyü’nde 1644’te  vefat eden Kara Mehmet Çavuş’un dört oğlundan biri olan Kara Osman Ağa, sülaleye ismini veren kişi olmuştur.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun annesi olan İk­bal Hanım, Yakup Kadri’nin büyük bü­yük amcası Yakup Bey’in üvey kızı olan Şemsi Hanımca Mı­sır Sarayı’na alınmış, burada yetiştirilmiş; okuma yazma öğretilmiş ve sonra Prens İbrahim ile evlendirilmiştir. Ancak iki yıl boyunca çocukları olmadığı için Prens İbrahim ve İkbal Hanım ayrılmış, fakat İkbal Hanım yine de sarayda kalmıştır. Yıllardan sonra Arabî Paşa Olayı sırasında Hidiv ailesi Mısır’dan kaçınca, Şemsi Hanım da eski ailesini hatırlayarak İzmir’e gelir. Oradan da ve Manisa’da Yakup Kadri’nin ba­basının konağına gelmiştir.

Arabî Paşa Olayı bittikten sonra, Şemsi Hanım, Mısır’a geri giderken Abdülkadir Beyi de yanında götürmüştür. Şemsi Hanım,  öz çocuğu gibi ilgilenerek yetiştirdiği İkbal ile Abdülkadir’i Mısır’da evlendirdi. İşte Yakup Kadri, bu birliktelikten dünyaya gelmiştir. Kendi anlattığına göre, 27 Mart 1889 doğum tarihidir. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Hayatı, Eserleri ve Edebi Kişiliği 

Beş altı yaşlarına değin Mısır’da kalan Yakup Kadri’nin kaldığı ev, Halvan istasyonun karşısına düşen geniş bir bahçeye sahip, büyük ağaçların arasında ihtişamlı bir evdir. Yakup Kadri, hayatının ilk dört senesini bu evde geçirmiş ve dadıların, lalaların arasında süren bu mesut yaşam, İbrahim Paşa ve Şemsi Hanımın vefatıyla bitmiştir. Abdükadir Bey’in mali durumu kontrol altına sokamaması nedeniyle, annesinin sakladığı mücevheler ve birkaç ev eşyasıyla birlikte Manisa’ya gelmişlerdir. Burada, eski aile dostlarından Hu­lusi Bey onları evinde altı ay misafiretmiş ve daha sonra onları kiracılarından birinin boşalttığı başka bir eve yerleştirmiştir. Bir müddet sonra babası, yataktan çıkamayacak bir halde hastalanarak kısa süre sonra ölür. Annesi İkbal Hanım ise yıllar sonra, 1925’te vefat eder.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve ablası, Manisa’ya ilk geldiklerinde, hem kendileri çevreyi yadırgamış, hem de çevre onları farklı bulmuştur. Lisanlarının Arap lisanına çalıyor oluşu ve geniş hasır şapkalar giyiyor oluşları, yerli halkın onları yadırgamasının başlıca sebepleridir. Ancak,  belirli bir süre sonra çevreyle olan ilişkileri düzelir. Kısa zamanda Mısır’da rahat ve safahat içinde geçen günler unutulur. Babasının kötü hayatı, ona karşı kullandığı kaba sözleri karşısında içine ka­panır, hayata küs­er ve her şeyi iç dünyasında yaşar. Babasının vefatından itibaren, İkbal Hanım, Mısır’dan yanında getirdiği mücevherlerini peyderpey satarak iki çocuklarının geçimini sağlamaya çalışmıştır.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, ilkokula, Manisa’da Fevziye Okulu’nda başlayıp burada iki yıl okuduktan sonra 1903’te İzmir İdadisi’ne başlar ve burada da üç yıl okur. Bu senelerde, kimsenin henüz bilmediği Monte Kristo gibi eserleri önce İkbal Hanım’dan dinlemiş, sonra da kendisi okumuş­tur. Yakup Kadri’nin edebiyat sanatındaki çalışmalarında bu eserin o zamanlardan gelen bir etkinin olduğu bilin­mektedir. O, ilkokul yıllarında, annesi­nden dinlediklerinin ve kendi okuduklarının tesirinde kalamış, bunlar ile etrafındaki hayatı da görüp harmanlayarak bazı basit temsiller yazmış ve bunları arkadaşları ile oy­namıştır. Yine bu yıllarda, hiçbir yerde yayımlamadığı manzu­meler kaleme aldığı da anlaşılmaktadır. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Hayatı, Eserleri ve Edebi Kişiliği

1903’te İzmir İdadisi’ne başladığında, yaşı­nın küçük olmasına rağmen başlamış olan bu edebiyat he­vesinden dolayı, o dönemde İzmir’de görevli olan Ömer Seyfettin’le tanışmış; sonraki günlerde de Sahabettin Süleyman ve Baha Tevfik ile dostluk­ kurmuştur. Akhisarlı Abdullah Rahmi Beyin kendisine verdiği Edebiyat-ı Cedide hareketine ait eserler ile kendisine yeni bir dünya kurmak için çaba göstermiştir.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, bir süre sonra yaz tatilinde Mısır’a gitmiş ve Mısır’da Jöntürklerle tanı­şmıştır. Mısır’dan ayrılmak istemediği için burada sı­navla Freresler Okulu’na girerek ortaöğrenimini bitirmiştir. Bu okulda, mistik bir havanın etkisinde kaldığı söylenebilir.

Mısır’da, Neuchatel’li Henri Lamon isimli bir kişiden edebiyat dersleri gördüğü ve bu sayede Daudet, Zola ve Goncourt Kardeşler, Maupassant ve İbsen’i tanıdığı söylenmektedir. Bu şahsiyetlerin yanında, Jöntürklerden; Miralay İsmail Hakkı Bey, Mithat Paşa’nın torunu Kemal Mithat Bey, Ali Kemal, Ahmet Saip, Ab­dullah Cevdet, İsmail Gaspirenski(Gaspıralı) ve Sami Paşaza­de Sezai ile de tanışmıştır. Jöntürklerdeki siyasal fikirleri o da benimsemeye başla­mış, özgürlük düşüncesi ve vatan sevgisinin yanında istibdata olan düşmanlığı bu şekilde gelişmiştir. Yakup Kadri Karaosmanoğlu Biyografi

1908 yılında Prens Mehmet Ali ölünce Yakup Kadri ve ailesinin Mısır’da yaşaması zorlaşmış, bu nedenle yine aynı yıl  annesi İkbal Hanım ve ablasını da alarak İstanbul’a göçüp Kadıköy’e yerleşmişlerdir. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, İstanbul’da üniversitede Hukuk Fakültesine yazılmış ancak üç yıl okuyup diploma almadan okulu bırakmıştır. İstanbul’da edebiyat camiasından ilk olarak Refik Halit, Faik Âli (Ozansoy), Müfit Ratib ile tanışmıştır, İzmir’deki okul yıllarından tanıştığı Sahabettin Süleyman da o günlerde Mülkiye Mektebi’nde okumaktadır. Müfit Ratib’in akrabalarından birinin evindeki bir odasında yapılan toplantılar sonucunda, Fransa’dakilere benzer bir edebiyat topluluğu kurmak istemişlerdir. Celâl Sahir’i de aralarına alarak Faik Âli’yi  topluluğun onursal başkanı seçmişler ve  bu şekilde Fecr-i Âti doğmuştur

1909’ta yayımlanan ve Yakup Kadri’nin ilk yazısı olan “Nirvana”da İbsen’in tesiri görülür. Yakup Kadri’de yıllar sonra Karaosmanoğlu, yıllar sonra, bir dip notu ile de, “Bu yazımda Norveçli dram yazarı İbsen’in bir eserinden ilham almıştım” diyerek durumu kabul etmiştir.”  Fecr-i Âti, Türk edebiyatında öyle ya da böyle adı hep söylenen bir edebi hareket olduğu gibi Yakup Kadri’nin edebiyat hayatında da rolü çok büyüktür. Fecr-i Âti’nin kuruluş aşamasını, harekete nasıl üye edindiklerini onun yazdıklarında izlemek mümkün olabilmektedir. Yakup Kadri Karaosmanoğlu Biyografi

Fecr-i Ati’nin yazılarına “toplumsal tat” olmadığı gerekçesiyle karşı çıkanlara Servet-i Fünun’da yayımlanan “Fecr-i Âti Encümen-i Edebîsi Beyannamesi” başlıklı bildirileri ile cevap vermişlerdir. Bu yazılarında birçok konuya dair düşüncelerini paylaşmışlardır. Bu hareketin ana düşüncesi olan “Sanat, şahsi ve muh­teremdir” cümlesi de yine bu yazıda söylenmiştir. Fecr-i Âti topluluğunun ilk buluşmaları Mart 1909’da başlamıştır. Topluluğun faaliyetleri ise 1911’1 dek sürmüş, bu yıldan sonra yavaş yavaş dağılmıştır. Yakup Kadri Karaosmanoğlu Biyografi

İlk yazılarını “Resimli Kitap”ta yayımlayan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, sonraki yazılarını Servet-i Fünun ve Rübab dergilerinde yayımlamıştır. Ayrıca Yakup Kadri’nin yazıları Peyam gazetesininedebiyat eklerinde de 43 sayı boyunca  yayımlanmıştır. Sonraki yıllarda Birinci Dünya Savaşının başlaması ve seferberlik ilanı dolayısıyla hayat şartlarının epey ağırlaşması sebebiyle  Yakup Kadri, öğleden önce Üsküdar Lisesi’nde öğretmenlik yaparken, öğle sonu da İkdam gazetesinde gece geç saatlere değin; gazetenin yazı işleriyle uğraşır. O dönemde taşıt olmaması sebebiyle, yaşadığı Kadıköy’den Üskü­dar’a yaya olarak gitmekteydi. Bu yorucu yolculuğun ardından ulaştığı İkdam gazetesindeki işi de onu bedensel ve psikolojik olarak iyice yoruyordu. Ayrıca bir yandan askeri, bir yandan sivil sansür, en küçük detayda bile sakınca bulabiliyor ve onu soruşturmalarla karşı karşıya bırakıyordu.

Bu zorlu koşullar altında zaten cılız olan vücudu ancak bir yıl dayanmış, ne yazık ki yazar akciğer veremine yakalanarak yatağa düşmüştü. Bu durum üzerine Ziya Gökalp ve bazı diğer nüfuzlu arkadaşları onu tedavi olması için İsviçre’ye gönderdiler. İsviçre’de üç yıl kalan yazar 1918’de İstanbul’a döndüğünde, İstanbul’un işgal altında olduğunu görünce bu duruma dayanamayarak Manisa’ya, annesi ve kız kardeşinin yanına gitmek istediyse de bunu yapamadı tekrar İkdam gazetesinde gazeteciliğe başladı. Bu gazetede 1919 yılının Temmuz ayından 1922 yılının sonuna kadar süren köşe yazarlığı süresince yayımladığı üç yüz seksen beş yazısından elli dokuzunu “Ergenekon” adlı eserinde toplamıştır. Yakup Kadri, İkdam gazetesindeki bu yazılarında Kurtuluş Savaşı’mızı desteklemiştir. Ayıca yine bu gazetede Kiralık Konak adlı eserini de bölümler halinde yayımlamıştır. Yakup Kadri Karaosmanoğlu Hayatı

Milli Mücadeleyi destekleyen Yakup Kadri’yi bazı arkadaşları 1921’de, kurtuluş hareketini izlemek için Ankara’ya davet etmiş, burada yıkılmış ve yakılmış Anadolu’yu yakından görme imkanı bulmuştur. Bu sırada Batı cephesini gezmiş, giderek kuvvetlenen kurtuluş hareketini, varoluş savaşı veren milletin durumunu analiz etmiştir. İstanbul’a döndükten sonra Kurtuluş Savaşı’na daha da destek vermeye başlamış ve bunu birbiri ardına yayımladığı yazılarında dile getirmiştir. Bu yazılarından bazıları şunlardır: Anadolu Dört­yol Ağzı” (İkdam, 20.2.1921), “Anadolu Gönül­ler Uğrağı” (İkdam, 28.2.1921), “Yeni İstika­met” (İkdam, 2.3.1.921), “İstanbul ve Anadolu” (İkdam, 14.3.1921)

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, 1923 seçimlerinde Atatürk’ün ısrarları ile Mardin’den milletvekili seçi­lir. Dolayısıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ikinci döneminde milletvekili olarak göreve başlar.

Yazar, 1924’te CHP’nin yayın organı Hâkimiyet-i Milliye (sonraki zamanlarda Ulus adı verildi) gazetesi, Cumhuriyet gazetesi ve Akşam gazetesinde yazılar yazmış, Akşam gazetesinde yazdığı bir yazı Bütçe Komisyonu üyeleri tarafından çok sert bir biçimde eleştirilmiştir. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Hayatı, Eserleri ve Edebi Kişiliği

1926’da eski hastalığı yenileyince tekrar İsviçre’ye tedavi olmaya giden Yakup Kadri, buradan İstanbul’da yayımlanan Cumhuriyet gazetesine yazılar göndermiştir. Onun “Hüküm Gecesi” adlı romanı 1927’de bölümler halinde Cumhuriyet’te yayımlanmıştır. Yine İsviçre’de 1928’de Sodom ve Gomore adlı romanını yazan Yakup Kadri, tekrar yurda dönerek 1932 yılında Yaban adlı romanını yayımlamıştır.

1932 yılının Ocak ayında yıyın hayatına başlayan “Kadro” dergisinde yazılar yayımlayan Yakup Kadri, derginin genel sosyalist havası yüzünden tepki çekmiş, en iyi çözüm olarak Dış İşlerince bir yurt dışı görevine gönderilmiştir. Bu dönemde yaşadıklarını 1955’te yayımladığı Zoraki Diplomat adlı anı türündeki eserinde yazmıştır.

GAZETECİLİĞİ

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, 1913’te daimi bir iş olarak gazetede yazmaya başlamıştır.  Gündelik olayları kaleme aldığı bu yazılarında günlük konuşma dilini kullanmıştır. Kelimeleri ve cümle yapısı ile herkesin anlayacağı anlatım kullanmıştır. Yakup Kadri’nin gazete yazıları arasında tamamen o dönemin konularını ele alan ve tarihsel olarak pek değeri bulunmayan yazaılar olduğu gibi, konusu bakımından kalıcılığı yakalamış yazılar da  vardır.

DÜŞÜNCELERİ

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun çeşitli konulardaki düşünceleri, yazılarında dağınık bir vaziyette yer almaktadır. O dönem Türkiye’si için uzun denebilecek hayatı süresince çeşitli yazılarında görüşlerini ortaya koymuştur.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaşam Hakkındaki Düşünceleri:

Yakup Kadri’nin hayatına bir göz atıldığında bazı dönemlerin olduğu göze çarpar. Bu nedenle, hayata da bu dönemlerdeki bakış açılarından bak­mıştır.

Yazar, hayatının ilk döneminde hayata karşı karamsar ve olumsuz bir tavır içindedir. Çocukluğunun zor koşullar altında geçmiş olması bunda büyük bir rol sahibidir. Bu karamsarlık ve boşluk hissi “Nirvana”dan başlayarak, o dönemde yazdığı hemen tüm yazılarda görülmektedir.

1917’ye kadar bu durumda devam eden hayata bakış açısı bu yıldan sonra mistik bir bakış açısına dönüşmüştür. Mistisizmi karamsar kişilikten, ruhi sıkıntılardan ve kuşkuculuktan kurtulmak için benimsediği düşünülen Yakup Kadri’nin bu anlayışın etkisiyle Bektaşi tekkelerine bir süre devam ettiği de bilinen bir gerçektir. Onun “Nur Baba” adlı eseri bu tecrübelerin ve Bektaşi tekkesiyle ilişkilerinin sonucunda ortaya çıkmıştır.

Milli Kurtuluş Savaşı’mızın başlamasından hemen önceki günlerde, bütün millette başlayan yeni uyanıştan Yakup Kadri’nin de nasibini aldığını görülür. Bu dönemde topluma ve ulusalcılığa karşı bir yönelimi görülen yazar, bundan sonraki hayatında toplum sorunlarıyla yakından ilgilenir. Kendine bir görev edinmenin de verdiği heyecanla hayatındaki boşluk hissini atmış, topluma ve insanlara yaralı olmaya adamıştır kendini.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Toplum Hakkındaki Düşünceleri:

1917 yılına kadar daha çok kişisel konularda yazılar yazan Yakup Kadri, bu yıldan sonra İkdam gazetesinde yazmış olduğu yazılarda, toplumsal konulara yer verdiği kadar Türkçülük konularına da yer verir. Yakın arkadaşı Ziya Gökalp’ten etkilenerek yazılarında Türklük ve Türkçülük fikrini yansıtır.

1922 yılında yayımladığı Kiralık Konak ve 1928 yılında yayımladığı Sodom ve Gomore adlı eserlerinde topluma yönelik bir bakış açısı göze çarpar. Bu eserlerinde toplum üzerinde yapmış olduğu gözlemleri sonucunda vardığı kanılarını ve ideal toplum düzeninin nasıl olması gerektiği gibi ana düşünceleri okura vermeye çalışır. Erdemli insanlardan oluşan toplulukların, birbirlerinin haklarını görmezden gelenlerin, kendi çıkarlarını üstün tutanların toplum sağlığını olumsuz etkilediğini dile getirmiştir. Yakup Kadri’nin yukarıda söylenilenler dışında “Bir Sürgün”, “Ankara” ve  “Panorama” adlı eserleri de toplumu ele almıştır. Özellikle Ankara ve Panaroma’da Türk toplumunun Cumhuriyetten sonraki değişimini açık bir şekilde bulabiliriz. Yakup Kadri toplumun kalkındırılması ve refaha kavuşturulması için çaba gösterenlere destek olur, buna aykırı hareket edenlerin ise karşısında olmuştur.

Yakup Kadri, Osmanlı’nın son dönemlerinden 1937’ye kadarki süreçteki toplumsal değişimleri incelemiş, değerlendirmelerini de romanlar zinciri halinde yazmıştır. Gazetede ve diğer mecralarda yayınladığı yazılarında doğrudan söylediği düşüncelerini eserlerinde kahramanları aracılığıyla dile getirmiştir. Yazar bu şekilde bir toplumsal eleştiri yapmıştır.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Dil Hakkındaki Düşünceleri:

Yakup Kadri, yazmaya başladığı ilk dönemlerde dilde yenileşme taraftarlarına destek vermemiştir. Hatta o, Genç Kalemler” dergisinin başlattığı “Yeni Lisané düşüncesine de karşı gibidir. Ancak Ziya Gökalp ile tanıştıktan sonra dil sorununa bilimsel bir bakış açısıyla eğilindiğini görmüş, böylece dil konusunda Yeni Lisancıları desteklemeye başlamıştır. Ancak Yakup Kadri, sözcüklerin adeta Osmanlıcadan çeviri yapılır gibi Türkçeleştirilmesine karşı çıkmıştır. Ona göre her kavram kendi sözcüğüyle doğmalıdır.

Yakup Kadri, dillerin yabancı dillerden sözcük almasına karşı çıkmamış, dil bilgisi kuralı almasına karşı çıkmıştır. Ayrıca yazar, 1922’de Türkçenin söylendiği gibi yazılması gerektiğini savunanlarla aynı görüşte olduğunu da paylaşmıştır.

SANATI

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun çocukluk çağlarında annesinden dinlediği cinli perili masalların ve okuduğu bazı kitapların onu derinden etkilediği aşikardır. Onun yazma hevesi babasından kalan ve çoğu çeviri olan kitaplarla başlamıştır. Benzerlerini yazmayı düşlediği ilk kitaplar annesinin ona okuduğu “Ekmekçi Kadın” ve Monte Kristo Kontu” adlı eserlerdir. Ayrıca yazar o yıllarda Manisa’yagelen Rum tiyatrolarının etkisinde kalarak onlara benzer piyesler yazmış ve bunları arkadaşlarıyla birlikte canlandırmıştır.

İzmir İdadisi’nde tanıştığı Abdullah Rahmi ve Sahabettin Süleyman’nın rehberliğinde Servet-i Fünun’a meyil göstermiştir.  O döneme kadar Muallim Naci, Mehmet Celâl ve Vecihi gibi sanatçıları okuyorken,  Abdullah Rahmi,  bazı Fransız sanatçılarını okumasını ve Edebiyat-ı Cedide sanatçılarını da iz­lemesini öğütlemiştir. Yakup Kadri, bu vesileyle Halit Ziya’yı Mehmet Rauf’u ve Tevfik Fikret’i Abdullah Rahmi sayesinde tanımıştır.

Yakup Kadri’nin sanatının olgunlaşmasında ilk olarak yukarıda belirtilen iki kitap, Ekmekçi Kadın ve Monte Kristo Kontu etkili olmuştur diyebiliriz. Ancak saha sonra Servet-i Fünuncuları ve onların da esin kaynağı olan Fransız yazarlar Emile Zola, Guy de Mauppasant, Paul Bourget, Honore de Balzac gibi o deverin en iyi sanatçılarını okumuştur. Ayrıca acılı yaşamları anlattığı sanatının ilk yıllarında Alman filozof Nietzsche’den etkilenmiş, Homeros, Vergilius, Horatius, Euripides gibi eski yazarların okuması neticesinde bir ara Akdeniz uygarlığına merak salmıştır. Yaşadığı anın sıkıntılarından kurtulmak için geçmişi bir araç olarak kullanmıştır. Çünkü o dönemde eski Akdeniz uygarlığı günlük keşmekeşten kurtuluş yolu olarak görülüyordu.

Görüldüğü gibi Yakup Kadri, okuduğu eserlerden epey etkilenmiştir. Okuduğu kitaplardan bir çok isim ve sembol onun eserlerinde kendine yer bulmuştur. Onun kitaplardan örülü bu dünyası, kendi eserlerinde söyleyiş gücünü arttırmak amacıyla kullandığı bir usuldür. Ayrıca kitap her insan olduğu gibi Yakup Kadri’yi de esas dünyadan uzak tutan ve bir nebze olsun huzura kavuşturan ayrı bir dünyadır. Onun bu durumu bazı kahramanlarına da yansımıştır. Örneğin Yaban’da başkahraman Celal, kitaplara sığınarak geçek dünyanın huzursuzluklarından kendini soyutlar.

Yakup Kadri’nin romanları tarihin bir parçasını kesit kesit bize sunar. Onun eserleriyle Osmanlı’nın son dönemi ile Cumhuriyet döneminin 1397 yılına kadar olan tarih parçasını tüm yönleriyle, sanatsal gerçeklik içinde çözümleme olanağı buluruz. Bu yüzden onun eserleri, büyük bir bütünün küçük birer parçası olarak düşünülebilir. Ayrıca Yakup Kadri’nin eserlerindeki başka bir önemli özellik de ilk eserlerindeki öznelliğe rağmen, sonraki eserlerinde nesnel bir tavır içinde olmasıdır. İlk eserlerinde “Sanat, sanat içindir.” anlayışıyla yazarken, sonraki eserlerinde topluma yönelik bir tavır takınmıştır. Yakup Kadri’nin ikinci dönemini 1916 yılından itibaren başlatabiliriz.

DİLİ

Yakup  Kadri, dilin kendi kendisine gelişerek Türkçeleşeceğini iddia etmiş, bu sebeple Nurullah Ataç’ın düşüncelerinin karşısında olmuştur. Türk Dil Kurumu’nun kurucu şahsiyetleri arasında bulunmasına ve hayatının sonuna kadar TDK’nın üyesi olarak kalmasına rağmen eserlerinde çok sayıda yabancı kökenli sözcük kullanmıştır. Daha önce de belirtildiği gibi o yabancı sözcüklere değil, yabancı dil bilgisi kurallarına karşı olmuştur. Bu nedenle eserlerinde kullandığı sözcüklerde köken bakımından çok seçici olmamıştır. Hatta bazı eserlerinde içinde bulunduğu ortamdan kaynaklı olarak tamamen Fransızca kelimelerden oluşan cümleler dahi kurmuştur.

Yakup Kadri’nin eserlerinde halk dilinden alınan sözcük ve deyimlere de yer verilir. Özellikle Panaroma adlı eserinde bu durum belirgin olarak görülür. Ayrıca yazı boyunca hep söz edildiği gibi çocukluğunda dinlediği masallardan gelen bir etkiyle onun  eserlerinde masal tekerlemeleri; Bektaşiliğe ilgi duyduğu zamanlardan kalma tekke ve mistisizm terimleri; halk şiirinden bazı örnekler görülebilmektedir.

DEĞİNDİĞİ KONULAR

Yakup Kadri, birçok hikayesinde yabancı uygarlıklardan alınan konuları işlemiştir. Özellikle eski Akdeniz Uygarlığı onun konu seçiminde etkili olmuştur. Bununla beraber “ses Veren Kız” gibi öykülerinde bazı milli efsanelerimizi konu olarak ele almıştır. “Bir Serencam” adlı hikayesinde, önceki sanatçıların da çokça işlediği esaret konusunu ele almıştır. Sonraki hikayelerinde konularını yerli hayattan seçmeye özen göstermiştir. Örneğin; Milli Savaş Hikayeleri adlı eserindeki hikayelerin hemen hepsi  yerli konularla yazılmıştır.

Yazarın roman türündeki eserlerinde ise tamamen yerli konulardan beslendiği görülür. Daha önce de bahsedildiği gibi romanlarında Türk toplum hayatının belli bir döneminde yaşanan yaşanan sosyal değişim ele alınmıştır. Örneğin “Hep O Şarkı” adlı eserinde Abdülaziz Devri hayatını, “Bir Sürgün” adlı eserinde Abdülhamid’in baskıcı siyaseti sebebiyle Avrupa’ya kaçan Jöntürklerin durumunu, “Kiralık Konak”ta Tanzimat’tan sonraki neslin anlayış farklarını,  “Hüküm Gecesi”nde Meşrutiyet devrinin hiçbir yere ulaşmayan siyasi tartışmalarını konu olarak ele almıştır.

“Nur Baba” adlı eserinde toplumsal hayatın huzursuzluklarından sıkılıp mistisizme yöneldiği günlerin gözlemlerini anlatırken bir yandan da toplum içinde bulunduğu durum eleştirilmiştir. “Sodom ve Gomore”de o dönemin İstanbul’unu bütün pisliği ile yazmış, “Ankara” adlı eserinde yeni kurulan devleti ve onun etrafındaki yeni insanları, bu eserin devamı gibi görülen “Panaroma” adlı eserinde 1937’ye kadarki zaman dilimindeki sosyal hayatı, “Yaban”adlı eserinde Milli Mücadele Dönemi’nde Anadolu köylerinin halini, insanlarını ve tabiatını anlatmıştır.

ESERLERİNDEKİ KİŞİLER

Yakup Kadri, Türk toplum hayatının bir döneminin romanını yazdığından, onun eserlerinde, toplumda yaşayan bir çok kişi canlı bir şekilde yer almaktadır. Bundan dolayı onun eserlerinde çok değişik tiplere rastlamak mümkündür. Yazar, kişilerini, uzun ve sağlam gözlemlerinden yararlanarak oluşturmuştur. Eserlerindeki bazı kişilerinde yazarın kendisinden izler de görülür. Çoğu da yine kendi etrafındaki insanlardan yola çıkılarak oluşturulmuş tiplerdir.

Yazarın eserlerindeki bazı kişiler tıpkı kendisi gibi düşledikleri hayatın gerçekteki hayat ile örtüşmemesinden ötürü hayal kırıklığı içindedirler ve çoğunlukla hayata küsmüş vaziyettedirler. Örneğin; Kiralık Konak romanındaki Hakkı Celis, Hüküm Gecesi romanındaki Ahmet Kerim, Yaban romanındaki Celal, Bir Sürgün romanındaki Dr. Hikmet, Sodom ve Gomore romanındaki Necdet hayallerindeki hayatla dışarıdaki gerçek yaşamın uyuşmamasından doğan bir iç sıkıntısına sahiptirler.

Yakup Kadri, kişilerini eserlerine alırken ayrıntıya girmez, üstünde en fazla duracağı yönlerini seçer ve o noktalarda yoğunlaşır. Bu yolla kişilerini tipleştirir.

Eserlerindeki köylü tipleri birbirlerinden çok ayrılmaz. Bu tipler neredeyse birbirleriyle aynı davranışları sergilerler. Kadınlar köy ekonomisinde erkeklerden daha aktif bir biçimde bulunurlar. Ancak Yakup Kadri’nin eserlerinde erkekler daha çok yer tutar. Hemen tüm eserlerde başkahramanlar neredeyse tamamen erkektir. Ancak kadınlar da hep önemli konumlarda çizilmiştir, yani onun eserlerinde kadınlar hep başköşededir denilebilir.

ESERLERİ

A) Şiir – Düzyazıları

Yakup Kadri, “mensur şiir” denen edebi türün örneklerini başarılı bir şekilde verebilmiştir. 1909’da Servet-i Fünun’da yayınlanmaya başlayan bu türdeki yazılar sonraki yıllarda bşaka dergilerde de yayımlanmıştır.

1) Erenlerin Bağından (1922, 1923, 1946)
2) Okun Ucundan ( 1940, 1946)
3) Kadınlık ve Kadınlarımız (1923, 1946)
4) Miss Chalfrin’in Albümünden (1942)
5) Alp Dağlarından (1942)

B) Gazete Yazıları

1) Ergenekon I (1928, 1964)
2) Ergenekon II (1928, 1964)
C) Kişi Tanıtmaları (Monografiler)
1) Ahmet Haşim (1934)
2) Atatürk (1946)

D) Anılar

1) Zoraki Diplomat (1955, 1967)
2) Anamın Kitabı (1957)
3) Vatan Yolunda (1958)
4) Gençlik ve Edebiyat Hatıraları(1969)
5) Politikada 45 Yıl (1968)

E) Öykü Kitapları

1) Bir Serencam (1914, 1943)
2) Rahmet (1922, 1943)
3) İzmir’den Bursa’ya (1922)
4) Milli Savaş Hikayeleri (1947)

F) Romanları

1) Kiralık Konak (1922)
2) Nur Baba (1922)
3) Hüküm Gecesi (1927)
4) Sodom ve Gomore (1928)
5) Yaban (1923)
6) Ankara (1934)
7) Bir Sürgün
8) Panorama ( 1953, 1954)
9) Hep O Şarkı (1956)

G) Çeviriler

1) Horatius (1929 ve 1931)
2) Swanların Semtinden (1942)

I) Çeşitli Kitaplar

Basılmış Kitaplarının Abecesel Dizini
1) Ahmet Hasım, inceleme, 1934.
2) Alp Dağlarından, düzyazı, 1942.
3) Anamın Kitabı, anılar, 1957, 1965, 1980.
4) Ankara, roman, 1936, 1954, 1964, 1972, 1981, 1987.
5) Atatürk, inceleme, 1946, 1954, 1961, 1971, 1981.
6) Atatürk’ün Gerçek Sıması, İnceleme, 1953,
7) Atatürk’ün İnsanlığı, inceleme, 1964.
8) Bir Serencam, yazılar, 1943, 1983.
9) Bir Sürgün, roman, 1938, 1945, 1980, 1987.
10) CHP ye Gene! Başkam, inceleme, 1963.
11) Erenlerin Bağından, yazılar, 1928, 1946, 1961, 1970.
12) Ergenekon, yazılar, 1929, 1964, 1973, 1981,1990.
13) Geçmiş Zurnan Peşinde – Swanların Semtinden, Marcel Proust’dan çeviri, 1942, 1945.
14) Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, anılar, 1969.
15) Hep O Şarkı, roman, 1956, 1965, 1980, 1987.
16) Hikâyeler, Öyküler, hazırlayan: Niyazi Akı, 1985.