Milli Edebiyat Hareketi

Milli Edebiyat Hareketi
edebiyat akademi youtube kanalı

Milli Edebiyat Hareketi

Osmanlıcılık ve İslamcılık fikirleri gibi Türkçülük fikrinin de önünde sonunda edebiyatta etkisini göstereceği belliydi. Hakikaten 1911 yılının Nisan ayında Selanik’te yayınlanmaya başlayan “Genç Kalemler” mecmuası ile milliyetçilik hareketi edebiyatımızda da başlamış oldu. Ömer Seyfettin, Akil Koyuncu, Rasim Haşmet ve önceden Fecr-i Ati sanatçıları içerisinde bulunan Ali Canip gibi, genç sanatçıların yayımladıkları bir dergi olan Milli Edebiyat söylemini ilk kez ortaya atarak böyle bir edebiyat oluşturma görevini üstüne alır. Milli Edebiyat Hareketinin kendine yer edinmeye çalıştığı dönemde edebiyatımız  karmaşık bir durum içindeydi. Bir taraftan Milli Edebiyat sanatçıları kendilerini camiaya kabul ettirmek için uğraşırken, diğer taraftan Fecr-i Ati sanatçıları ünlerini devam ettirmeye çalışmakta ve Servet-i Fünun sanatçıları edebi saygınlıklarını hala korumakta idiler. Ayrıca Mehmet Akif gibi bir üstadın başı çektiği ayrı bir anlayıştaki şiir tarzı da ilgi ve dikkatleri üzerine toplamaktadır. Bu karmaşa ortamını, Fecr-i Ati grubunun dağılmasından sonra daha önceden bu gruba dahil  sanatçılarla genç nesilden kimi sanatçıların Milli Edebiyat akımı dışında kendilerini ifade edecek başka mecralar aramaları ve denemeler yapmaları daha fazla körükler.

Milli edebiyat anlayışına mensup şairler, milli bir edebiyat ortaya çıkarmak için edebi dilin ulusallaştırılmasından başlayarak “Yeni Lisan” hareketini ortaya atarlar. Önceden Manastır’ da “Hüsün ve Şiir” başlığı ile yayımlanan bir mecmuanın devamı olarak yayımlanmaya başlayan, 8. sayıdan sonra ise “Genç Kalemler” adını alan ve 11 Nisan 1911′ de genişletilmiş olarak ve yeniden 1, 2, 3, diye numara verilerek yayımlanmaya başlayan dergi ilk sayısından son sayısına kadar baş yazılarını; ana amacı yazı dili ile konuşma dili farklılığını ortadan kaldırmak olan “Yeni Lisan” hareketine ayırır. Bu konu üzerinde yapılan tartışmalara sayfalarında yer verir.

Genç Kalemler, edebiyatımızdaki dilin o vakte değin tamamıyla Arap ve Fars dillerinin egemenliğinde yapay bir dil olduğuna inanıyorlardı. Bu genç sanatçılar, Edebiyat-ı Cedide ve Fecr-i Ati mensuplarını, “lisanlarının yabancı olmasından ötürü” şiddetli bir biçimde tenkit etmişlerdir. Onlara göre savundukları düşünceler, daha geniş topluluklara seslenmek olanağını sağlayacak ve böylece ulusumuzun kalkınmasına da yardım edecektir. Bu yüzden yalnızca edebi değil, aynı zamanda toplumsal bir dava olarak gördükleri “Yeni Lisan” hareketini gerçekleştirmek üzere yayınladıkları “YENİ LİSAN” (11 Nisan 1911) başlıklı makalede düşüncelerini özetle şu başlıklar altında sıralarlar:

  • Eski edebiyat dili, hiçbir yerde konuşma dili olarak kullanılmayan, Latince, İbranice gibi sadece kendisiyle ilgilenenlerin zevk ve anlayışına ait olan bir şeydir. Din ve edebiyat bize Farsça öğretmiş, dilimize pek çok Arapça ve Farsça kelime girmiş; edebiyat, sanat ve bunları özellikle süsleme fikri dilimize Arapça ve Farsça kurallar getirmiş, Türkçe dengesini kaybetmiştir.
  • Türk edebiyatı eskiden beri ya Doğu kültürüne doğru İran edebiyatına veya Batı kültürüne doğru Fransız edebiyatına yüzünü dönmüştür. Günümüzde Fransız edebiyatını örnek alanların yaptıklarıyla eski zamanda İran edebiyatını örnek alanların davranışları arasında bir fark bulunmamaktadır.
  • Milli Edebiyatımız yokmuş, hala da yok. Olanlar da savaş ve tasavvuf tasvirlerinden, ilkel şarkılardan ibarettir.
  • Batıya giden genç sanatçılar içinde Fransız diliyle şiirler, oyunlar yazarak bunlarla övünenler vardır. Türk Dili ve Edebiyatında otuz beş yıl önce başlayan sadeleşme hareketini bitirenler Servet-i Fünunculardır. Onlar konuşma dili ile yazı dilini birbirinden epey uzaklaştırdılar.
  • Bugünkü şairler yani Fecr-i Ati grubuna mensup olanların tek yeteneği “dünküler “dedikleri eski Servet-i Fünun grubunun içeriğini tamamen olmasa da anlamış olmalarıdır. Lakin milletin tüm umudu onlardır, onlar genç ve zekidirler… çalışıp olgunlaşacaklar, bizi yüzyıllardır milli bir edebiyattan mahrum eden eski ve yapay dili bırakacaklardır. Onların sayesinde yeni bir dille oluşturulan milli bir edebiyat ortaya çıkacaktır.
  • Eski sanatçılar yüzlerini hep İran’a dönmüşler, yeniler ise (yani dünküler) kendileri için yeni bir dil geliştirmeyi gerekli görmeyerek ve olabildiğince de bozarak hep eski şairlerin dilini kullanmışlardır. Şimdi yeni bir çağa, bir uyanış dönemine giren Türk halkına yeni doğal bir dil, kendi dilleri gereklidir. Milli bir edebiyat oluşturmak için öncelikle milli bir dil gerekir. Eski dil hastalıklıdır. Hastalığı; içindeki gereksiz ve  yabancı kurallardır. Bu kurallar yaşadıkça dil milli olamaz, kimse anlayamaz.
  • Konuşma dilimiz, yani İstanbul Türkçe’si, bizim için en doğal dildir. Kalıplaşmış tamlamalardan başka gereksiz süsler asla kullanılmamalıdır. Konuşma dili ile yazı dilini birleştirirsek Türk edebiyatını da zenginleştirmiş olacağız.
  • Nasıl … Türkçe kurallarla her tamlama yapılabilir. Arapça ve Farsça kurallarla niçin yapıyoruz? Bu bir ihtiyaç mıdır? “Hayır eserlerimiz yaldızlı mukavvadan bir heykel olmasın. Düşünceye ve duyguya önem verelim. Yazılarımız sade, ihtişamlı, kuvvetli; edebiyatımız da mermerden abideler olsun.”
  • Arapça ve Farsça tamlamalar dilden çıkarılacak. Dini, bilimsel ve edebi terimlere şimdilik dokunulmayacak. Kalıplaşmış tamlamalar hariç tutulacak. Mesela; fevkalade, darb-ı mesel, sevk-i tabii gibi.
  • Türkçe çoğul eklerinden başka kesinlikle yabancı çoğul edatları kullanılmayacak. Diğer Arapça ve Farsça edatlar da atılacak. Ancak konuşma diline yerleşmiş tamamıyla Türkçeleşmiş olan “amma, şayet, keşki, lakin, henüz, heman” gibiler hariç.
  • Arapça ve Farsça sözcüklerin yazımları şiddetle ve dini bir katılıkta korunacak, Türkçelere gelince yazım sorununu zaman halledecektir.
  • Amacımız milli bir dil, milli bir edebiyat oluşturmaktır.

Genç Kalemler Dergisi’nde yazan bu genç sanatçılar “Yeni Lisan” hareketinin içeriğini ve yol haritasını kısaca bu maddelerle açıklamışlardır.

Yeni dil üzerinde böyle düşünen gençler, Tanzimat Dönemi’ne kadar İran’ın ve ondan sonra Fransa’nın taklitçisi olarak gördükleri Türk edebiyatının artık taklitten kurtularak, yaratma safhasına geçmesini ve bunu gerçekleştirmek için de Türk halkına yönelmek gerektiğini söylerler. Ancak bu yönelme arzusu tiyatro, hikaye ve roman ile ilgilidir. Bu edebi türlerin konuları ve kahramanları Türk kültüründen alınmalıdır. Ancak tamamen vicdani bir durumu bulunan şiir ile ilgili bu şarta gerek yoktur. Şiire tanımış oldukları bu ayrıcalık, onları, sanat anlayışlarında çelişki oluşturmuş, Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati’nin bireyci anlayışından tamamen ayıramamıştır.” Milli Edebiyat Hareketi

Buna karşın, Genç Kalemler’in dil ve edebiyat hakkındaki fikirleri Edebiyat-ı Cedide ve Fecr-i Ati sanatçılarından büyük tepki alır. Yeni Lisancılara itiraz edenler Mehmet Fuat (Köprülü), Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), Süleyman Nazif, Cenap Şehabettin, Hüseyin Cahit (Yalçın), Mehmet Rauf ve Halit Ziya (Uşaklıgil)  gibi sanatçılardır. Bu itirazlar daha çok; “Yeni Lisan’ın” bir edebiyat dili olmayıp ancak bilim dili olabileceği, “sanat eserlerinin uluslararası olması nedeniyle” edebiyatın da ulusal olamayacağı ve Genç Kalemler mensuplarınca dile getirilen Milli Edebiyat zihniyetinin ırkçı bir yapı taşıdığı görüşlerinde toplanır. Bir yıldan uzun süre devam eden bu çekişmeler sırasında, Fecr-i Ati grubundan Hamdullah Suphi ile Celal Sahir Yeni Lisan hareketine  katıldıklarını bildirdiler.

Genç Kalemler, bir yandan da yeni dille yazdıkları yazıları yayınlıyor, aynı sayfa içinde,  Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati sanatçılarından birine ait bir şiir ile yeni dille oluşturulmuş bir şiir yan yana yerleştirilerek, okuyucuların karşılaştırma imkanı bulmasını sağlıyorlardı. Bu yazılara Ömer Seyfettin’in öyküleriyle Ziya Gökalp’ın bazı şiirleri örnek gösterilebilir.

Balkan Savaşı nedeniyle Genç Kalemler dergisi 1912 yılının Eylül ayında kapandıktan sonra bu gruba mensup sanatçıların büyük kısmı İstanbul’ a geçmiş, yazılarını Türk Yurdu dergisinde ve diğer dergilerde yayınlamayı sürdürmüşlerdir.

Milli Edebiyat Hareketi, kısa sürede şair ve yazar kadrosunu, karşı çıkmayı bırakan sanatçılar ve genç sanatçılarla genişletmiştir. Süleyman Nazif, Cenab Şahabettin ve Ali Kemal’in şiddetli muhalefetlerine karşın Türkiye Cumhuriyeti ilan edilmeden önce konuşma dili, edebiyat dilinin yerini tamamıyla almıştır. Böylece bu amaç uğrunda Tanzimat Dönemi’nden beri süren çabalar sonuç vermiştir. Milli Edebiyat Hareketi

Ziya Gökalp ve Mehmet Fuat Köprülü gibi büyük düşünce ve bilim adamlarının sürekli yardımlarıyla güçlenen Yeni Lisan Akımı; Türk dilinin ve edebiyatının fazlalıklarından kurtulması ve sade bir güzellikle işlenerek gerek düz yazı, gerek şiir alanında Refik Halit Karay, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Orhan Seyfi Orhon ve Faruk Nafiz Çamlıbel gibi güçlü sanatçılar yetiştirmesi yolunda, edebi hayatın akışını hızlandırmış, edebi ve milli bir çabadır..

Dil konusunda ve aruz ölçüsünün yerine hece ölçüsünü geçirme konusunda kendilerinden önceki Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati sanatçılarından ayrılan Milli Edebiyat şairleri, şiiri sanatçıya ait bireysel bir konu olarak kabul etmiş, estetik bir haz saymışlardır. Bu yanlarıyla da kendilerinden önceki bu edebi anlayışların bireyci olan estetik anlayışına yaklaşmışlardır. Fakat vatanın hayat memat mücadelesi verdiği, milletin birden çok cephede savaş yaptığı, ulusun koyu bir fakirlik içinde kıvrandığı böyle bir zamanda bile, genç sanatçıların bireysel hislerinden ve düşlerinden başka bir şey yazmamaları birçok aydın tarafından yadırganmıştır. Birçok sanatçı bu tutumun yanlış olduğunu seslendirmeye çalışır.

Aruz ölçüsünün yerine hecenin gelmesi çok da kolay olmamıştır. Genç şairleri bu vezne alıştırmak için uzun ve devamlı çalışmalar yapılması gerekmiştir.

Cumhuriyet’in ilanına dek Servet-i Fünun, Yeni Mecmua, Büyük Mecmua ve Dergah gibi yayınlar ile şiirde dil ve ölçünün millileştirilmesi tamamıyla gerçekleşmiştir. Dil ve ölçünün birkaç yıl gibi kısa bir sürede ulusallaştırılması hususunda “Beş Hececiler”in de payı büyüktür.

2. Meşrutiyet’ten sonra, sadece bireysel konuları işleyen, dilde Servet-i Fünun’un bir devamı olan, toplumsal hayat ve onun problemleri ile genelde alakasız kalan Fecr-i Ati nesrinin yanında, daha çok hayata ve sosyal sorunlara yönelmiş, suni bir dil ve üslubu bırakarak konuşma dilini ve üslubunu egemen kılmaya çalışan yeni bir nesir tarzının da hızla yer almaya başladığı görülür. Fakat bu dönemde romancılığın ve hikayeciliğin Türk toplumsal yaşamını ve sorunlarını oldukça geniş olarak ele almış olmasına rağmen, ele alınan toplumsal sorunlarda doyurucu bir derinliğin henüz bulunmadığını da belirtmek gerekir. Milli Edebiyat Hareketi

Bu dönemin roman ve hikayelerinde bireysel hayattan toplum hayatına doğru genişçe bir açılımın; konu bakımından sosyal temalara doğru büyük bir kaymanın başladığı görülmüştür.

Memleketçi Anadolu romanına zemin hazırlayan toplumsal ve ekonomik koşullardan başka, Milli Edebiyat hareketi de etkili olmuştur. Edebiyat tarihçileri tarafından 1911-1923 yılları arasında gösterilen Milli Edebiyat, romanda 1950’li yıllara kadar sürmüştür. Çünkü Cumhuriyet’in ilanı ile siyasi bakımdan yeni bir devreye geçilmiş olsa da, Cumhuriyet dönemi romanını Milli Edebiyat sanatçıları devam ettirmiştir.

Milli Edebiyat hareketinin roman türünde iki esas prensibi dikkati çeker. Birincisi, ulusal meselelere, yerli hayata yönelmek; ikincisi de sözlü gelenekten gelen halk edebiyatını yeniden değerlendirmek…

Milli Edebiyat hareketi, sanatçıları; yerli temalara, halkın her sınıfını anlatmaya davet ederken, Osmanlı edebiyatında pek yer bulamayan “Anadolu”ya da davet eder. Sonuç olarak 1950’li yıllara kadarki dönemde sanatçılarımız, Küçük Paşa, Ateşten Gömlek, Çalıkuşu, Yeşil Gece, Yaban, ve Kuyucaklı Yusuf ile Anadolu’yu romana dahil ederler.

Milli Edebiyat Akımı’nın başlattığı yerli konulara yönelme olayı da masalları, destanları, halk hikayelerini yeniden canlandırma ve değerlendirme biçiminde olmuştur.

Milli Edebiyat hareketinin en bilinen sanatçıları şunlardır:

Mehmet Emin Yurdakul,

Ziya Gökalp,

Yusuf Ziya Akçura,

Ahmet Hikmet Müftüoğlu,

Ali Canip,

Mithat Cemal Kuntay,

Fuat Köprülü,

Hamdullah Suphi,

İbrahim Alaaddin,

Halide Edip Adıvar,

Yakup Kadri Karaosmanoğlu,

Refik Halit,

Aka Gündüz,

Ömer Seyfettin,*

Reşat Nuri,

Ebubekir Hazım ve daha birçok sanatçı bu edebi hareketin safında yer almıştır.

*Sanatçıların hayatı, eserleri ve edebi kişilikleri hakkında bilgi edinmek için sanatçı isimlerinin üstüne tıklayınız.