Tanzimat Edebiyatında Tiyatro

tanzimat dönemi edebiyatında tiyatro

TANZİMAT EDEBİYATINDA TİYATRO

Anadolu Türkleri arasında tiyatro türünün ne zaman başladığı ve ne gibi örnekler verildiği meselesi, henüz kesin olarak aydınlanmış değildir. Dramatik örnekler arasında en eskisi, Bizans imparatorlarından Aleksiyas’ın kızı Anna Komnini’nin, babasına art olarak yazdığı “Alexiade” adlı kroniktir. Burada bildirildiğine göre, Selçuklulara karşı savaşa gideceği sırada hastalanan ve bu yüzden gidemeyen babasının hastalığı bahane şeklinde yorumlanarak Türklerce onun korkaklığı bir tarz halinde temsil edilmiştir. Fakat bu geleneğin Anadolu Türkleri arasında sonraları da devam ettiğine dair, başka bir belgeye henüz rastlanmamıştır.

Türk halkı Tanzimat’a kadar tiyatro türünü, Karagöz ve onun canlı şekli olan orta oyunu ile tanımıştır. Bu oyunlar birer halk tiyatrosu örneği olup, daha çok, iki kişi tarafından icra edilirdi. Bu oyunlarda Osmanlı Devleti’nde bulunan değişik etnik gruplarının hayata bakış açıları, davranışları, zihniyet ve adetleri sergilenirdi.

Osmanlı halkının tiyatro ile ciddi bir şekilde ilk defa karşılaşması Tanzimat’ın ilk yıllarında Hacı Naum Tiyatrosu ile gerçekleşmiştir. Ancak dönemin şartları tiyatro türünün Türk edebiyatında yerleşmesini büyük ölçüde geciktirmiştir. Tiyatroyu bilen aydın kesimin henüz yetişmemiş veya az olması, tiyatronun diğer türlere göre daha pahalı olması, kadının sahneye çıkmak için özgür olmaması gibi nedenlerden dolayı Türk kültüründe tiyatronun gelişmesinde bir gecikme yaşanmıştır.

İlk tiyatro oyunları azınlıklar -özellikle Ermeniler- tarafından sahnelenmiştir. Osmanlı Devleti’nde ilk tiyatro kumpanyaları yabancı girişimciler ve azınlıklar tarafından kurulmuştur. Bunların en tanınmışları, Hacı Naum, Hasköy, Şark ve Ortaköy tiyatrolarıdır. İlk ciddi Türk tiyatrosu ise 1867’de kurulan ve yarı resmi özellikte olan Osmanlı Tiyatrosu’dur.

Türk edebiyatında sahnelenen ilk tiyatro eserleri genellikle çeviri ve uyarlama eserleridir. Tiyatro türünün halk tarafından rağbet görmesi, Türk yazarlarını Türkçe tiyatro eserlerini yazmaya yönelmiştir. Ancak ilk tiyatro eserinin ne zaman ve kimin tarafından yazıldığı kesin olarak bilinmemektedir. 1860 – 1880 yılları arasında sıkça tiyatro eseri yazılmış ve böylelikle tiyatro Türk edebiyatında kendine yer edinebilmiştir.

İlk nesil Tanzimat tiyatrosunda bu dönemin anlayışına uygun olarak toplumsal eğitim amacı güdülmüştür. Bu gayeye toplumsal konuları ele alıp onlardan ahlaki sonuçlar çıkarmak suretiyle varılmak istenir. Fakat toplumsal meseleler daha çok aile çerçevesi içinde kalmıştır. Bu da yazarların toplumsal yaşamı gözlemleme ve inceleme alışkanlığına henüz gereği gibi sahip olmamalarından kaynaklanmaktadır. Sanat toplum için anlayışıyla yazan sanatçılar tiyatroyu eğlenceli bir eğitim aracı olarak kabul etmişlerdir.

Tanzimat tiyatrosu kaynağını hem halk tiyatrosu, hem de Batı tiyatrosu örneklerinden almıştır. Moliere. Racine. CorneilIe, Goldoni, Shakespeare gibi Batılı tiyatro yazarlarının eserlerinden çeviri ve uyarlamalar yapılmıştır. 1870’li yıllara kadar komedi türü daha fazla rağbet görmüş, bu tarihten sonra tiyatro romantizm akımının etkisine girmiştir. Fakat romantik tiyatroda bireysel tutkular öne çıktığından, toplumsal ögelere daha önem veren Tanzimat tiyatrosunun bireysel konulara kaymasını engellemek için, “Milli Tiyatro” adı verilen bir tiyatro türü bulunmuştur. Bu türün konuları da İslam ve Osmanlı tarihinden alınmıştır. Konuları Doğu ve İslam tarihinden alınmış olan bazı piyeslerde olayların aynı zamanda ihtişamlı olmalarına gösterilen dikkat ise, romantik tiyatronun etkisi ile ilgilidir.

Tanzimat tiyatrosu ilk olması nedeniyle dil ve üslup yönünden zayıf kalmış, ilk dönem sanatçılarında halk diline yaklaşma çabası gösterilmiştir. Ancak Tanzimat’ın ikinci nesil sanatçıları, özellikle de Abdülhak Hamit tiyatro dilini ağırlaştırmıştır. Tiyatro Ahmet Midhat ve Namık Kemal tarafından faydalı bir eğlence olarak kabul edilmiştir. Ancak gerek Abdülhak Hamit’in ağır, yüklü ve sanatlı tiyatro anlayışı; gerekse dönemin siyasi şartlarının tiyatro üzerindeki baskıları henüz gelişmekte ve yerleşmekte olan Tanzimat tiyatrosunun zayıflamasına neden olmuştur.

Şinasi, Namık Kemal, Şemsettin Sami, Ahmet Mithat Efendi, Ali Bey, Ebüzziya Tevfik, Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit, Manastırlı Rıfat, Hasan Bedrettin, gibi isimler Tanzimat edebiyatının başlıca tiyatro yazarları arasında yer almışlardır.

Tanzimat devrinin ilk tiyatro eseri Hayrullah Efendi tarafından yazılan ancak oynatılmadığı için gizli kalan “Hikaye-i İbrahim Paşa be İbrahim Gülşeni” adlı eser olarak kabul edillir. Sahnelenen ilk tiyatro eseri ise Şinasi’nin “Şair Evlenmesi” olarak bilinir. Görücü usulü ile evlenmenin yanlış olduğu düşüncesini işleyen “Şair Evlenmesi”, Türk toplum yapısındaki aksaklıkları ve yanlış anlamaları dile getirmesi yönünden de oldukça dikkat çekicidir.

Şinasi, ilk tiyatro eserini yazması bakımından dikkate değer görülmüşse de Tanzimat’ın ilk nesli içinde tiyatro türü denince akla ilk gelen sanatçı Namık Kemal olmalıdır. Çok sayıda tiyatro eseri yazan Namık Kemal, genellikle konularını tarihten almıştır. Eserleri halka belli konularda ders vermek amacını taşır. Namık Kemal’in “Vatan Yahut Silistre” isimli eseri bu dönemde yazılan, vatan ve millet konusunu işleyen önemli bir tiyatro eseridir. Bu eser sahnelendikten sonra halk galeyana gelerek çeşitli gösteriler yapmıştır. Tanzimat Dönemi’nde uygulanan sansürde bu eserin de önemli rolü vardır.

1870’ten sonra hızla gelişen tiyatro türü içinde, piyes yazmayı deneyen Tanzimat II. nesil sanatçılarından biri olan Recaizade Mahmud Ekrem, ilk tiyatro denemesini “Afife Anjelik” ile yapar. “Atala yahut Amerika Vahşileri” adlı ikinci tiyatro eserini ise daha önceden Fransız yazar Chatteubriand’dan Türkçeye çevirdiği Atala romanını piyes haline getirerek oluşturur. Yazar, “romandan piyes çıkarmanın Türkçedeki ilk denemesi” olan bu eserinde piyes tekniğini çok daha iyi kavramaya başladığını göstermiştir. Daha sonra da  “Vuslat” adlı üçüncü tiyatro eserini yazan Ekrem’in ölümünden sonra basıldığı için yazılış tarihi belli olmayan “Vuslat” adlı bir tiyatro eseri daha bulunur. Komedi türündeki bu eserinde modern tiyatro eserinin bütün gerekliliklerini yerine getirmiş, böylece Tanzimat devrinin önemli tiyatro yazarları arasına girmiştir.

Tanzimat tiyatrosunun en mühim ve en verimli şahsiyeti olan Abdülhak Hamit, tiyatro türündeki ilk denemesini, “Macera-ı Aşk” ile yaptı. Vakası Hindistan’da ve bir masal atmosferi içinde geçen “Macera-ı Aşk”, sanatçıdaki egzotizm eğiliminin ilk örneğini oluşturur. Bu eserden sonra yazdığı “Sabr ü Sebat” ve “İçli Kız” adlı eserlerinde bu egzotizmden kurtulup tekrar yerli hayata döner. Bu ikisinden sonra kaleme aldığı sonra “Duhter-i Hindû” ile yerli hayattan ayrılarak yeniden egzotizme dönen ve bu dönüşünün sebebini de aynı eserin sonunda açıklayan Hamit’e göre; “Halkın rağbet ettiği, milli ahlak ve adetlerimizi gösteren “Milli Tiyatro” eserleri, herkesin bildiğini tekrarlamaktan başka bir şey yapmayan birer ahlak risalesidir.

Hamit’in piyeslerinin bir kısmı nesir, bir kısmı da nazım olarak yazılmıştır. İlk yazdıklarını bir yana bırakacak olursak, tarihi konuları işleyen tiyatro eserlerinde olağanüstü olaylara büyük değer verir, kahramanların karakterlerini işleyişte aşırılığa kaçar ve kişi kadrosunu geniş tutar. Ayrıca sanatçı bu eserlerinde parlak konuşmalara düşkündür. Bu özellikler tamamıyla romantik dramın etkilerinden kaynaklanmaktadır.

İlk piyeslerinde tiyatro tekniğine oldukça uyan Hamit, sonraları bu husustaki her itinayı bırakmış ve özellikle 1880’den sonraki piyeslerini – Ahmed Midhat gibi – okunmak için yazmaya başlamıştır. Bu sebeple piyeslerinde, genellikle teknik bakımdan büyük kusurlar göze çarpar. Perde ve sahne bölünüşleri çok ölçüsüz olduğu gibi, bazen de perdelerin sonuna ekler yapar ve nesir halindeki piyeslerinin içine uzun manzumeler koyar. Bu durum ondaki plansızlığın bir nevi kanıtı gibidir. Nazım halindeki piyeslerinde ise, nazım tekniğindeki itinasızlık da pek bellidir. Bu piyeslerinin çoğunu aruz ölçüsü ile ve yalnız ikisini (Nesteren, Libeste) hece ölçüsü ile yazmıştır.

Hamit’in piyeslerindeki en büyük kusur, hiç şüphesiz dilde ve üsluptaki düzensizliktir. İlk piyeslerinde konuşma dilince ve üslubuna çok yaklaşmış olduğu halde, sonraki eserlerinde bu dilden yavaş yavaş uzaklaşmış ve nihayet Türkçe’ye çok yabancı bir dilde karar kılmıştır. “Eşber”, “Tezer”, “Tarık” ve “Finten” gibi en tanınmış ve sevilmiş eserlerindeki birçok pasajın, sahnelenmesi şöyle dursun, dikkatle okundukları zaman bile anlaşılmaları güçtür. Bilhassa tarihi piyeslerinde, yer yer parlak bir hitabet üslubuna sapması da, bu eserlerin konuşmalarındaki doğallığı ayrıca zedeleyen sebeplerden biridir. Tiyatro yazma tekniğinin bu kadar ihmal edilmesinin sebebi, sanatçının devrin şartlarından dolayı bu eserleri sahneye koymanın imkansız olduğunu düşünmesidir. Bunun dışında piyes tekniğini bu derecede ihmal etmenin akla uygun bir açıklamasını yapmak güçtür. Ayrıca Türk tiyatro edebiyatının henüz yeni yeni geliştiği bir sırada yapılan bu ihmalin tiyatronun geleceği üzerinde çok yıkıcı tesirleri olmuştur.

Tanzimat Döneminde Mizah ve Hiciv

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir