Divan Şiirinin Büyük Şairi Baki’nin Hayatı
Baki, Türk Divan Edebiyatının gelmiş geçmiş en büyük şairlerindendir. Esas ismi Mahmud Abdülbaki olup 1526-27 (H.933) yılında İstanbul’da doğmuştur. Fatih Camii müezzini olan Mehmed Efendi’nin oğludur. Yoksul bir ailede büyüyen Baki küçük yaşta sarâç çıraklığına verilmiştir. Bugünkü yaygın görüş ise kelimenin sarâç değil sirâç okunması gerektiği yönündedir. (Saraç, deri malzemeler üretip satan kimse demek iken, siraç genellikle camilerde kandillerin yakılmasıyla görevlendirilen kimselere verilen addır.)
Baki’nin Edebi Kişiliğini Okumak İçin Tıklayınız Baki’nin Eserlerini Okumak İçin Tıklayınız
Sonraki yıllarda medrese eğitimine başlayan Baki, öğrenme arzusu sayesinde kısa sürede başarıya ulaştı. Yine o dönemde Ahaveyn (iki kardeş) lakabıyla bilinen Karamanlı Ahmed ve Mehmet Efendilerden ders aldı. Medresede öğrenim görürken arkadaşları arasında pek çok yetenekli kişi vardı. Nev’i, Üskülüplü Valihi, Edirneli Mecdi, Hoca Saadeddin Efendi ve Karamanlı Muhyiddin gibi istikbalde şair ve alim olarak ünlenecek kişilerle beraber ders görmüştür.
Baki, medreseye devam ederken aynı zamanda da şiir yazmaya başladı. 19 yaşına geldiği sıralarda İstanbul’un genç şairleri arasında yerini aldı. Hocası olan Karamanlı Mehmed Efendi’ye yazdığı “Sünbül Kasidesi” ona şairlik ününü kazandırmıştır. Muallim Naci, Osmanlı Şairleri adlı eserinde, Baki için: “Meşhur Sünbül Kasidesini nazmetmesi üzerine şöhreti arttı, hem alimler hem şairler için iftihar vesilesi olacak bir mevki tuttu” ifadesini kullanır. (NACİ, 2000: 26)
O dönemde Beyazıd Camii’nin bahçesinde bulunan Zati’nin remil dükkanı genç sanatçıların sıkça geldiği bir toplanma yeridir. Bu şairler şiirlerini dönemin üstadı sayılan Zati’ye okur, fikirlerinden istifade ederlerdi. Bir edebiyat okulu konumunda olan bu dükkâna gidenler arasında Baki de vardı. Zati’nin bu gençler arasında en çok beğendiklerinden biri Baki’dir. Baki’nin Eserleri ve Edebi Kişiliği (MENGİ; 2000: 157)
Daha sonra Baki, 1553 yılında inşaatı tamamlanarak öğrenime açılan Süleymaniye Camii etrafındaki iki medreseden birine atanan Kadızâde Şemseddin Ahmed Efendi’nin derslerine başladı. İlme çok önem veren Kadızade, Baki’yi koruyup gözetiyordu. Şair, onun yardımlarıyla Süleymaniye binalarının inşaasına gözlemci olarak olarak tayin edilmişti. Bir yıl süreyle bu görevde kalan Baki, sefer ettiği Nahçivan’dan 1555 yılında dönen Sultan Süleyman’a bir kaside sunarak üç senedir medresede kaldığını söyleyerek yardım istedi. Baki, hükümdarın takdirine ilk kez bu kasideyi sunarak mazhar olmuştur. (KÜÇÜK; 2002: 2) bakinin ayrıntılı hayat öyküsü
1555 Aralık ayında Hoca Ahmed Efendi’nin Halep kadılığına atanmasıyla onunla beraber Halep’e giden şair, Halep’te kadı naibi olarak bulundur. “Raiyye” ve “Hilâl” kasidesini bu dönemde yazıp Halep beylerbeyi Kubâd Paşa’ya sunmuştur. Ayrıca Baki Şam kadısı Mehmet Çelebi’ye de 1560 senesinde İstanbul’a dönerken Konya’da tanışmaları üzerine bir kaside sunmuştur.
Baki İstanbul’a döndüğünde Mehmed Çelebi’den aldığı babası Şeyhülislam Ebussuud Efendi’ye yazılmış olan tavsiye mektubunu ve mektubun yanında da bir kasidesini sundu. Böylece kendisini dönemin ünlü kişilerine ve devlet büyüklerine tanıtmayı başardı. Sanatçı Sadrazam Rüstem Paşa’nın şiiri ve şairleri sevmediğini bildiği için Paşa’ya doğrudan bir kaside sunmamış, bunun yerine ona Paşa’nın sevdiği kişiler vasıtasıyla ulaşmaya çalışmıştır.
Rüstem Paşa’nın idamı üzerine yerine getirilen Semiz Ali Paşa’ya çok tanınan “Bahârriye” ile “Hatem” redifli kasideyi sunarak sadrazamın takdirlerini kazandı. (KÜÇÜK; 2002: 4) bakinin yaşam öyküsü
1561 yılında Semiz Ali Paşa ve Mirâhûr Ferhad Ağa aracılığıyla şiirlerini Kanuni Sultan Süleyman’a ulaştırmaya başlayan Baki, sonunda hükümdarın da ilgisini çekmeyi başardı. Padişahın da bulunduğu bir mecliste şiirlerini okuyorken Sultan Süleyman, Baki’nin şiirlerinden birini çok beğenmiş ve kendisinin kim olduğunu, görevinin ne olduğunu sormuş ve onu 25 altın maaşla medrese müderrisliğine getirmiştir. (İPEKTEN; 2003: 14)
Bu dönemde Rumeli Kazaskeri olan Hamit Efendi bu durumun kanuna aykırı olduğunu belirtse de, padişah, kendi hazinesinden ödenmek üzere bir hatt-ı hümâyûn ile 30 altınlık maaşla Baki’yi Silivri Pîrî Paşa medresesine tayin etti. 1564 yılında maaşı arttırılarak İstanbul’da Murad Paşa Medresesi müderrisliğine getirilmiş ve bir yıl sonra maaşı 10 akçe daha arttırılmıştır. bakinin ayrıntılı yaşamı
“Şiirden anlayan ve Muhibbî mahlasıyla kendisi de bazı manzumeler yazan Kanuni, o tarihlerde sanat hayatının parlak dönemine ulaşmış bulunan Baki’yi çok beğeniyor, kendi şiirlerini ona gönderip onlara nazireler yazmasını istiyor, şâire sık sık lütuflarda bulunuyordu. (Baki’nin “meded” redifli gazeli bu nazirelerin en ünlüsüdür. Tarihçi Selânikî’nin Mirâhûr Ferhad Ağa’dan duyarak yazdığına göre, Kanuni Sultan Süleyman Abdulbâkî gibi bir kabiliyeti bulup çıkarıp itibar eylemesini, padişahlığının çok haz duyduğu birkaç olayından biri olarak saymakta imiş.” (KUDRET; 1985: 7)
Baki’nin medresede beraber ders gördüğü aynı zamanda şair olan Nev’i bir şiirinde; “Baki’yi Sultan Süleyman etti Selmân-ı zamân” demiştir. Baki’nin kısa zamanda yükselişi, eski arkadaşlarının ve sarayda bulunan pek çok kişinin kıskançlığına sebep olmuştur.
Baki’nin rahat ve mutlu hayatı fazla sürmemiş, 1566’da Zigetvar seferi dönüşünde Kanuni’nin vefatı üzerine korunmasız kalmıştır. Ayrıca çok kısa sürede yüksek mevkilere ulaşması bir çok dostunun kıskançlığını ve düşmanlığını beraberinde getirmiştir.
Baki, Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümü üzerine daima himayesini gördüğü bu büyük sultana duyduğu samimi bağlılığını ve onun ölümünden duyduğu üzüntüyü konu alan bir mersiye yazmıştır. Sultanın yüce şahsiyetini dile getiren bu ünlü mersiye; hem samimi bir sevginin, hem de şairin kendi geleceğine duyduğu derin endişenin bir ifadesidir. Mersiye 8 bent olup son iki bent; II. Selim ve devrin söz sahibi devlet adamı Sokullu Mehmed Paşa’ya ayrılmıştır.
Sultan II. Selim’in tahta çıkmasıyla ona da övgü dolu sözler içeren bir cülusiye sundu ama bu kaside onun bilahare görevden uzaklaştırılmasını engelleyemedi. Üç yıl sonra yine Murad Paşa medresesine (1569), ardından da 1571 temmuzunda Eyüp müderrisliğine atandı. Bununla birlikte münşeat sahibi Feridun Bey aracılığıyla Sokullu Mehmed Paşa’nın himayesini elde ederek 1573 yılında Sahn-ı Semân müderrisi oldu. Yine Sokullu Mehmed Paşa ve Feridun Bey vasıtasıyla II. Selim’in özel meclislerine kabul edilmeye başlandı. Bu vesileyle padişaha şiirler sunmuş, onun göndermiş olduğu gazellere nazireler söylemiş ve iki gazelini tahmis etmiştir.
Baki, artık devrin büyük âlim ve şairleri arasında yerini almıştır. I. Selim’in ölümünden sonra III. Murad’ın tahta geçmesi Baki’yi Kanuni’nin ölümü kadar sarsmadı. Çünkü artık ününü yapmış, herkesin saygı ve beğenisini kazanmış ve kendisini döneminin en güçlü şairi olarak kabul ettirmişti. Bu dönemde Sokullu Mehmed Paşa’nın da himayesi sayesinde mevkisi sarsılmadığı gibi maaşı da arttırılarak Süleymaniye Medresesine atandı. (KÜÇÜK; 2002: 6)
Baki, Süleymaniye medresesine tayininden birkaç ay sonra görevinden azledildi. Çünkü düşmanları bir gazelini padişaha göstererek, onu padişahın gözünden düşürmek için iftiraya başvurdular. Bunu da şairin bazı şiirlerinde padişahın ihsan ve iltifatlarını küçümsediğine ve babasının devrini övdüğüne Sultan Murad’ı inandırarak başardılar.” (İPEKTEN;2003: 17)
III. Murad bu olaydan sonra Baki’yi müderrislikten attığı gibi, İstanbul’dan uzaklaştırılması için emir verdi. Dostları bu durumdan telaşa kapılıp sözü edilen gazelin “Nemi” adındaki bir şaire ait olduğu konusunda padişahı ikna ederek şairi bir felaketten kurtardılar. Ama tüm bunlar şairin İstanbul’dan uzaklaştırılmasını engelleyemedi ve 1576’da Edirne Selimiye müderrisliğine, ardından 1579’da Mekke kadılığına bir yıl sonra da Medine kadılığına tayin edildi. Baki, Medine kadılığında fazla kalamadı ve 1581’in Ekim ayında görevinden alınarak İstanbul’a çağrıldı.
Şair İstanbul’a döndükten sonra Mekkeli Kutb (Kutb-ı Mekki) adlı şairin Mekke Tarihi adlı eserini tercüme etmiş, yanında kendi kaside ve gazelleriyle Sultan III. Murad’a sunmuştur. Böylelikle padişahın ihsan ve iltifatını yeniden kazanmaya çalışıyordu. Ayrıca eski arkadaşı Hoca Saadeddin Efendi, Siyavuş Paşa ve Ferhad Paşa’nın himayesini elde etmeyi başarınca onların yardımıyla, 1584’de İstanbul kadılığına getirildi. Bir yıl sonra bu görevinden azledilerek Üsküdar’da oturmaya mecbur bırakıldı. (KÜÇÜK; 2002: 6)
1586 yılının haziran ayında yeniden İstanbul kadılığına ve birkaç ay sonra da Anadolu Kazaskerliğine getirildi. İki yıl bu görevi sürdürdükten sonra azledildi. 1591’in Nisan ayında ikinci kez Anadolu Kazaskerliğine ve bir yıl sonra da Rumeli Kazaskerliğine getirildi. Baki bu şekilde, çok istediği Şeyhülislamlık makamına da epeyce yaklaştı. Fakat, bu isteğine kavuşamadan 1591 temmuz ayında emekli oldu. Baki’nin şeyhülislam olma ümitleri III. Mehmed’in sultan olması üzerine yeniden yeşerdi. Şeyhülislamlığa gelme ümidiyle sultana bir cülusiye sundu ancak şair bunun üzerine tekrar Rumeli Kazaskerliğine getirildi. Şair şeyhülislamlık makamına gelebilmek için ard arda kasideler sunuyor, padişaha adeta yalvaran medhiyeler yazıyordu. Yaşlandıkça mevki hırsı daha da artan Baki, şeyhülislamlık makamına gelebilmek için bazı entrikalara bile karışmıştır. Şairin ard arda yaşadığı atama ve aziller sonucunda sinirleri iyice yıpranmış ve bir hayli de yaşlanmıştı. Baki’nin konağındaki cariyelere hiddetlendiği bir sırada 7 Kasım 1600’de vefat ettiği bilinir.
Baki’nin cenazesi şanına uygun bir törenle toprağa verildi. Fatih Camii’ndeki cenaze törene Şeyhülislam, vezirler, şairler ve alimler katıldı. Şeyhülislam Sunullah Efendi, Baki’nin cenaze namazını kıldırdıktan sonra ve onun tabutunun önünde Baki’nin “Kadrûni Seng-i musallâ da bilüp ey Baki / Durup el bağlayalar karşuna yârân saf saf” beytini okudu.
“Bu beyit o tarihten itibaren artık gerilemeye başlayan Osmanlı İmparatorluğunda Baki’den sonra ölen Türk büyüklerinin pek çoğu hakkında hemen aynı esefle tekrar edilen ebedi bir söz halinde memleket lisanına yayıldı. Halkın vicdanına yerleşti. Bununla beraber bu mısralardaki hakikati edebi kılan tılsım onun sadece yerli güzelliklerinden değil; belki bütün insanlık için doğru, beşeri bir söyleyiş olmasındandı.” (BANARLI; 1971: 585)
Cenazesi büyük bir kalabalık ile Edirnekapı dışında Eyüp’e giden yol üstünde La’li Efendi Çeşmesi yakınındaki mezara defnedildi. Mezar taşına Bağdad’lı Hâdi’nin şu tarih beyiti kazınmıştır: “Baki Efendi gitdi ukbâya bin sekizde” Kabrine dikilen ilk ve güzel taşın zamanla kaybolduğunu mevcut kaynaklardan öğreniyoruz.
Baki’nin ailesi ve aile hayatı hakkında bilinenler azdır. Süleyman Faik, mecmuasında Kanuni Sultan Süleyman’ın ona Tuti Kadın adında bir cariye armağan ettiğini ve bu kadının da şiir yazdığını rivayet eder. (KÖPRÜLÜ, İ.A; 1961: 245)
Bunun dışında, Baki’nin ömrünün büyük bir bölümünü bekar geçirdiği ve hayatının sonlarına doğru evlendiğini kaynaklar bildirmektedir. Bu evlilikten iki oğlu olmuştur. Büyük oğlu Mehmed Efendi (995 Muharrem)1586 aralık ayında doğmuş, müderris ve kadılıkta bulunmuş ve (1039 Şevval)1630 mayısında vefat etmiştir. Şeyhi mahlası ile şiirler yazdığı da bilinir. Küçük oğlu Abdurrahman adında, müderrislik ve kadılık yapmış bir kişi olup doğum tarihi belli değildir. 1635 (1045) yılında öldüğü kaydedilmiştir.
“Baki, resmi evraklarda imzasını Abdülbaki şeklinde atardı. Baki mahlasını ise yalnızca şiirlerinde kullanırdı.(İPEKTEN;2003: 19)
Baki’den bahseden kaynaklarda verilen bilgilere göre Baki nükteden, neşeli, hoşsohbet olmanın yanı sıra dedikoducu ve geveze bir kişiymiş. Nüktelerini insanların içinde söylemekten söylemekten ve karşısındaki kişileri eleştirmekten sakınmazmış. Bu yönü ona dost kazandırdığı gibi, bazı kişilerin de kendisine darılmasına sebep olmuştur. (KÜÇÜK; 2002: 9)
Onun tabiatının zarif, kibar ve zevkli oluşu nüktelerinin de şiirleri gibi sevildiği ve akılda kaldığı eski mecmua ve kitaplara kaydedilmiştir. (BANARLI; 1971: 585)
Baki’nin zevk ve eğlenceye düşkün, yaşamayı seven bir yapıya sahip olduğunu, şiirlerine ve çeşitli kaynaklara dayanarak söyleyebiliriz. Henüz medrese öğrencisiyken İstanbul’un eğlence yerlerine devam ettiği, Kışlan, Balat ve Samatya meyhanelerinde ve bozahanelerinde yapılan şiir sohbetlerini, yazları ise Beşiktaş ve Tophane semtlerinin bahçelerinde, Kağıthane’de yapılan eğlencelere katıldığını ve bu toplantılarda şiirleri, nükteleri ile renk verdiğini öğreniyoruz. (İPEKTEN; 2003: 20)
Kanuni Sultan Süleyman’ın içkiyi yasaklayıp şarap gemilerini Galata ile İstanbul arasında yaktırmasına üzülenlerin içinde Baki de vardır. Bu durum karşısında bir gazel yazarak Aşık Çelebi’ye göndermiştir. Zevke ve eğlenceye büyük ölçüde düşkün olmakla birlikte, içki ve sefa alemlerine kendini kaptırıp başıboş bir hayat geçirmemiş, ölçüyü elden kaçırmamış, meslek hayatında her zaman dürüst davranmıştır. (KUDRET; 1985: 11)
Nev’izâde Atayi ve diğer kaynaklar, Baki’yi iyi huylu, kimsenin kalbini kırmak istemeyen, istemeden kalbini kırdığı kimselerin gönlünü almaya çalışan, nezaket sınırların aşmayan latifeler yapan nazik bir kimse olarak tanımlarlar. Baki ile Halep’te görüşen Azeri şairi Sâdiki, Mecmaül-Havas adlı tezkiresinde onun bu özelliğini kaydetmiştir. Muasır kaynakların bilgileri de bunu teyit eder. (KÖPRÜLÜ, İ.A; 1961: 246) Baki’nin Hayatı, Eserleri ve Edebi Kişiliği
Baki, yakın arkadaşları ile karşılıklı hiciv söylemekten hoşlanır, fakat aleyhinde kasıtlı olarak söylenen hicivlere yanıt vermeye tenezzül etmezmiş. (BANARLI; 1971: 585)
Nev’i ile birbirlerine söyledikleri hicivler ve latifeler ünlüdür ancak Baki, latifelerinde nezaket kurallarını aşmamıştır. Edirneli Emri, Gubari ve Dimetakalı Deli Kerim’in Baki için yazdıkları ağır hicivleri vardır. Baki karşılık verirken çoğu zaman ölçülü olmuş yalnız bazı yazma divanlarında az da olsa küfür içeren kıt’alar bulunmaktadır. Babasının kötü sesli bir müezzin olması onun düşmanları arasında lâkabının “Kargazâde” olmasına sebep olmuş ve hicviyelerde bu özellik konu edilmiştir.
Baki birkaç beyiti yüzünden bir dönem kafirlikle suçlanmıştır. “Meyhaneler beytü’l- harem, gir-i mugan şeyhü’l- harem”(Meyhaneler kâbe, ihtiyar meyhaneci kâbe şeyhidir.)
“Seni Yusuf’la sorarlarsa güzellikte bana / Yûsuf’u bilmezin ammâ seni ra’nâ bilirin” (Bana Yusuf’un mu, yoksa senin mi güzel olduğunu sorarlarsa, Yusuf’u bilmem ama en güzel seni bilirim.)
Baki’nin en büyük zaafı, makam hırsına kapılmış olmasıdır. Mesleğinde ilerleyebilmek için bütün imkanları değerlendirmiştir. Bütün amacı şeyhülislamlığa yükselebilmektir. Şiirini, şairliğini ve bütün zekasını bu yolda kullanmıştır. Padişahlar için yazdığı kasideler ile onlarla yakınlaşmaya çalışmıştır. Bu yüzden padişahlara yakın kişilerden de yararlanmayı düşünmüştür.
Şeyhülislamlık makamına çok yaklaştığı halde erişemediği bir tarafa bırakılırsa gençlik döneminden itibaren gittikçe artan bir takdir görerek yüksek mertebelere ve büyük şöhrete ulaşan şair, dünya nimetlerinin zevkini çıkarmasını bilmiş, talihin kendisine sağladığı fırsatları değerlendirmiştir. Mesleki yaşantısında hem güzel hem de kötü günler geçirmi olsa da hükümdarlıkları döneminde yaşadığı dört padişah da onu el üstünde tutmuştur. Kanuni dönemi şairlerinin en büyüğü sayılıp daha hayattayken eriştiği Sultanü’ş Şuarâ unvanını yüzyıllar boyunca korumuştur. (İslam Ans.; 1991, C.4: 539)
Hayatının sonlarına doğru artan mevki hırsı Baki’yi dürüst olmayan bazı davranışlara sürüklemiştir. Sultan III. Mehmed zamanında, şeyhülislam olabilmek için önce Bostanzade Efendi ve Hoca Sa’deddin Efendi ile arası bozulmuş, eski arkadaşı ve her zaman yardımını ve desteğini gördüğü Hoca Sa’deddin Efendi’ye karşı düzenlenen bazı oyunlara katılmaktan bile geri durmamıştır. (İPEKTEN; 2003: 23) Baki’nin şeyhülislam olamamasında zevk ve eğlenceye düşkünlüğü ve bazı beyitlerinde yer alan söyleyişlerin etkili olmuş olabileceği düşünülebilir.
“Baki’nin iki minyatür bulunmaktadır: Bunlardan biri, İstanbul’da, İslam Eserleri Müzesindeki yazma bir Divan’ında (Salon V, No 1959); öteki Millet Kitaplığı Müzesindeki Âşık Çelebi tezkiresindedir.” (İkinci minyatür, Baki’yi Şeyhülislam Ebüssuud Efendi ve şair Nev’i ile bir arada göstermektedir.)(KUDRET; 1985: 11)
“Avâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal / Baki kalan bu kubbede bir hoş sâda imiş”
Bu güzel beyitinde belirttiği gibi onun sadası gök kubbede sonsuza dek kalacaktır.
Baki’nin Edebi Kişiliği Başlıklı Yazımızı Okumak İçin Tıklayınız
Baki’nin kabrinin yola isabet eden kenarında dikdörtgen şeklinde mermer bir kitabe mevcuttur. Üzerinde Talik yazı ile “Hüve’l-baki (Allah bakidir) ve Kur’ân’ı Kerim’de Rahman suresinin 26. Ayeti ile 27. ayetinin başı olan: “Küllü mên aleyha fân. Ve yebkâ…” (Yeryüzünde her şey fanidir, yok olacaktır; fakat yüce ve iyilik sahibi Rabbinin varlığı bakidir. (27) yazılıdır.
Mezarın ayak ucu kısmında Talik yazı ile
HUVELIN Hallâku’l Baki
‘Ulemâdan Sultânü’ş-Şu ‘arâdan
Merhûm Abdülbâkî Efendi’nin
Ruhu için Fatiha sene 1008
yazılıdır.