Baki’nin Edebi Kişiliği

bakinin edebi kişiliği
edebiyat akademi youtube kanalı

Baki’nin Edebi Kişiliği

Baki Divan şiirinin yetiştirdiği en büyük şairlerdendir. Gençliğinden itibaren çok sevilen ve şöhret kazanan şair, yalnız çağdaşları tarafından değil daha sonraki yüzyıllarda yetişen şairlerce de üstat kabul edilmiştir. Muallim Naci; Osmanlı şairleri adlı eserinde Baki için: “Onun asrın en büyük şairi olduğu kendisine verilen Sultanü’ş Şu`arâ unvanından anlaşılabilir.” İfadesini kullanmıştır. (NACİ; 2000: 27) bakinin edebi kişiliği

Baki biyografisini okumak için tıklayınız                                                   Baki’nin Eserlerini Okumak İçin Tıklayınız

Baki’nin şiiri, iç ve dış uyumuyla Osmanlı Saltanatının görkemli sesi olmuştur. Yaşadığı dönemde yazılmış tüm kaynaklar ondan saygı ve övgüyle söz eder. Baki ile ilgili bilgi içeren ilk kaynak Latifi tezkiresidir. 1546 yılında tamamlanan bu tezkire Baki için genç, hevesli ve kabiliyetli gibi sözler kullanmıştır. (KÜÇÜK; 2002: 12)

Baki henüz 35 yaşında İstanbul’da Mahmut Paşa medresesinde müderris bulunduğu sıralarda 1563 (971) yılında “Gülşen-i Şu`arâ” adlı tezkiresini yazan Ahdî, onu büyük İran şairleri ile karşılaştırarak Baki’den tanınmış bir şair olarak söz etmektedir. (İPEKTEN; 2003: 24) bakinin edebi kişiliği

Âşık Çelebi, Meşâ’irü’ş Şuârâ tezkiresini tamamladığı sıralarda Baki 41 – 42 yaşlarında olgun ve usta bir şairdir. Âşık Çelebi Baki’nin devrinin ve önceki yüzyılların en büyük şairi olduğunu o yetiştikten sonra diğer şairlerin, şuâra defterinden silindiğinden ve onun benzeri olmayan bir şair olduğundan bahseder. (İPEKTEN;2003: 24-25)

Kınalızâde Hasan Çelebi 1586 yılında tezkiresini yazdığında Baki en ünlü devrindedir. Baki’nin şöhretinin her tarafı kapladığından bahseder ve onu Hüsrev, Zahîr, Selmân gibi tanınmış İran şairlerine benzetir. “Baki’nin yaşlılığına yetişen, hayatının son dönemlerini ve ölümünü gören Riyâzî, Riyazü’ş-Şu`arâ tezkiresinde bu usta sanatkarı, devrinin ve daha önceki yüzyılların en büyük şairi olarak zikreder. Şöhretinin, ününün İran ve hatta Hindistan’a kadar ulaştığını söyler. Baki’nin çağdaşı ve aynı zamanda arkadaşı olan Nev’i ondan zamanın Selmân’ı diye bahseder. (KÜÇÜK; 2002: 12) bakinin edebi kişiliği

Baki alim şairler arasındadır.Medrese eğitimini tamamlamış, şiiri ve ilminin desteği ile mesleğinin en yüksek mertebelerine ulaşmıştır.  Ondan bahseden tezkire sahipleri şiirini överken alim yönüne de önem verdiklerini göstermişlerdir. (İPEKTEN; 2003: 26)

Baki’nin büyük bir sanatçı oluşunda en önemli husus, kuşkusuz yeteneğidir. Ayrıca başarısında ilminin ve edebi kültürünün etkisi olmuştur. Bununla birlikte Divan şiirinin inceliklerini ve nazım tekniğini iyi bilen, Türkçe’yi kullanmada usta kabiliyetli bir sanatçıdır. Genç yaşta ülkenin dört bir köşesine ulaşan şöhreti, elde ettiği makam devrin diğer şairlerinin kıskançlıklarına sebep olmuştur. Nev’i de Baki’yi kıskananlar arasındadır, ancak bu kıskançlık şâiri hırçınlaştırmamıştır. Zaman zaman yaptığı tacizlerde edep sınırını aşmamıştır. Nev’i kıskançlığının yanında ona gıpta ve hatta hayranlıkla bakmıştır. Nev’i’nin kıskançlığı 1564 yılında Baki’nin Silivri Piri Paşa Medresesi’nde müderris olmasıyla başlar. Bu kıskançlık onu taciz derecesine düşürmemiş, hicivlerini gönül kırmadan yapmıştır. Nev’izâde Ataî bu iki arkadaş arasında geçen bu hususa dair şu olayı nakletmektedir:

“Bu iki arkadaş, aynı zamanda danişmend oldukları halde, Nev’i her nasılsa Baki’den birkaç ay önce mülâzim olmuş, o sırada yazdığı bir gazelin makta’ında

“Meclis-i nazmi tamâm itdün selâm olsun sana

  Nev’iyâ yâ Hû bu gün uşşâka Bakiler geri”

beytini  gören Baki, fena halde alınmış hatta bu duygusuyla olacak ki, Nev’i ‘ye her rast geldiğinde mağrurâne hareket ettiği zanına kapılmıştır. Baki, kısa bir zaman sonra, Silivri’de Piri Paşa medresesine müderris olunca:

“Semend-i tab’a süvâr aldı azm ider Baki

  Belagat ehline yâ Hû gönüller alçakda”

beyitiyle karşılık vermiştir. (Nev’i-zade Ateyi, Zeyl-i Şakayık, İst. 1268: 438)

Bunun üzerine Nev’i, büyük şaire duyduğu kıskançlığı

“Firâz-ı sarve çıkup zağlar salınmakda

  Nevâ-yı nâleleri andelîbün alçakda”

Nev’i bu beyitinde, Baki’nin “karga”lığına zarif bir biçimde işaret etmiştir. Bilindiği üzere devrin “Sultanü’ş Şu`arâ”sı zamanında “Kargazâde” adıyla anılıyordu. Nev’i diğer bir beyitinde, yine Baki’nin, devrinde kendinden fazla itibar gördüğünü kinayeli olarak ifade eder:

“Şah-ı serv üzre çemenlerde hırâmân zağlar

  Ehl-i dil habs-ı kafes mürg-i şeker-hâlar gibi”

Görüldüğü gibi Nev’i tacizlerinde çirkinliğe düşmemiş, hicivlerini gönül kırmadan yapmıştır. Nev’i’nin, Baki’nin dönemin büyük bir şairi olduğunu kabul etmesi yanında onun şiirde ulaştığı şöhrete erişemeyişinin, Baki derecesinde bir şair olamamanın verdiği üzüntüyü, sıkıntı ve ıstırabı dile getirdiği sezilmektedir. Baki gibi usta bir şâirin devrinde yaşaması Nev’i için bahtsızlık sayılabilir. bakinin edebi kişiliği

Baki şiirine çok güvenir ve bunu gazellerinde sık sık tekrar eder.

“Meddah olalı çeşm-i gazâlânına Bâkî

  Öğrendi gazel tarzını Rüm’un şuarâsı”

“Bu arsada Bâkî nice üstada yetişti

  Alemde bugün ona bir üstad yetişmez”

Baki gazel şairidir. Çok fazla kaside yazmasına ve kasidelerinde usta olmasına rağmen yine de dönemin gazel şairi sayılır. Fuat Köprülü, Baki için: “O, şair bir çok muasırları gibi, mesnevi tarzında uzun manzumeler yazmadı, kemiyyet bakımından (sayıca) çok zengin olmayan eserleri, kaside ve mersiyeler ile gazellerden ibaret gibidir, zamanında pek moda olan lügâzlar, muammalar ve tarihler yazmaya hiç ehemmiyet vermemiş, mesnevi tarzından hiç hoşlanmamıştır. Kasidelerinde gösterdiği büyük muvaffakiyete rağmen, onun asıl sevdiği ve en çok muvaffak olduğu tarz, gazel tarzıdır.” demiştir. (KÖPRÜLÜ; İ.A, C.2: 248) Baki’nin Hayatı, Eserleri ve Edebi Kişiliği

Genellikle sâde ve halk diliyle, ev ve aile Türkçesiyle, orduyla ilgili kelime ve deyimlerle söylediği şiirlerde mahalli ve milli bir söyleyiş vardır. Nadir olarak baştan başa Arapça ve Farsça’dan alınmış kelime ve terkiplerle söylediği beyitlerde bile Türkçenin cümle yapısını korumuştur. Geniş bir edebi birikimin ve ince bir zevkin sahibi olan sanatçı, bir yandan geleneğe sadık kalmakla beraber, nazım diline yeni bir ahenk, akıcılık getirmiş, nazım tekniğini dönemin verdiği imkan nispetinde mükemmelleştirmiş ve o döneme kadar birçok büyük şairin bile düştüğü nazım kusurlarından kurtulmuştur. Çağdaşı şairlerin diline göre, daha temiz kusursuz bir dili vardır ve ahenk bakımından Acem örneklerine yakındır.

Türk Klasik Şiiri, Baki ile en yüksek derecesine ulaşmış. Acem örnekleriyle eşit bir mükemmelliğe yükselmiştir. Onun şiirleri Fuzuli’nin şiirlerindeki derinliği veya Nev’i deki samimiliği göstermez; ama buna karşılık 16. yy Osmanlı toplumunun ince zevkine uyan sanat incelikleri ve hayal güzellikleriyle doludur. Baki’nin neşeli rint hayat anlayışı; Fuzuli’nin karamsar ve sufiyâne felsefesinden çok, çevresinin eğilimlerine uymakta idi.

16. asır Osmanlı şiirinde büyük tesiri olan Hafız, Şirazi, Selmân, Saucci, Kemal Hoca Efendi gibi Acem şairlerinden Baki de etkilenmiştir. Onun edebi şahsiyetinin oluşmasında; Ahmet Paşa, Mesîhî, Necâti, Zâtî ve Hayâli’nin tesirleri inkar edilemez. Ancak o bütün tesirleri, şahsi bir özellik katarak yeni bir üslup bir hayal alemi yaratmış; sanatının görkemiyle yalnız çağdaşlarının değil, sonraki sanatçıların, şairlerin de sevgi ve saygılarını kazanmaya muvaffak olmuştur. (KÖPRÜLÜ; İ.A., C.2: 249)

Divan edebiyatında Baki’ye kadar süre gelen Fars şiirlerini taklit etme geleneği ancak Baki ile sona ermiş, şiirleri örnek tutulan ilk büyük üstat kabul edilmiştir. Baki nazım tekniğini kendinden önceki devirlerde yetişmiş şairlere kıyaslanamayacak kadar işlemiş, şiirlerini o zamana kadar hoş görülen imak ve zihaf vb. nazım kusurlarından gücü el verdiğince kurtarmaya çalışmıştır.

Şiir Anlayışı

Divan şiirinin temel unsurlarından olan şekil sanatı, Osmanlı sahası Türk edebiyatında en üstat sanatkârını Baki’de bulmuştur. Baki, sanata saygı gösteriyor, yığınla şiir yazmıyor, söylediğini mükemmel söylemek istiyordu. Şehnâme  kalıbıyla yazdığı bir gazelinde:

“Çoğ olmaz bu tarzâ gazel Bâkî yâ

  Güzel söz güherdür güher az olur”

anlattığı onun az fakat şiir anlayışına verdiği önemin bir göstergesidir. (BANARLI; 1971: 586)

Baki’nin eserlerinde kendisinden önceki Türk ve İran sanatçılarının işlediklerinden daha farklı olan, orijinal bir felsefi görüş bulunmaz. O, bu şairlerin söylediği düşüncelerden kendi hayal dünyasına uygun olanları seçmiş ve bunları ustalıkla işlemiştir.

Baki zevk ve sefaya düşkün rint bir şairdir. Ona göre insan, gül devri gibi kısa olan ömrünü elden geldiği kadar eğlence ve safa ile geçirmeli, mümkün olduğu kadar hayattan zevk almalıdır. Epiküryen denilen bu düşünce sistemine göre, kısa hayatı iyi değerlendirmek, gam ve kederi bir tarafa atıp gününü gün etmek, yarının sıkıntısını yaşamamak gerekir. İran edebiyatında Ömer Hayyam, bu hayat görüşünü benimsemiş ve rubailerinde bunu terennüm etmiştir. (KÜÇÜK; 2002: 139

Baki bazen de felekten, talihten, devrin kadirbilmezliğinden yakınır. Ancak bunların altında hayata bağlılık ve hayatı yaşama isteği sezilir. Öreneğin Fuzuli’deki gibi derin, gerçek bir ıstırap görülmez. Şiirlerindeki ıstırap da yüzeyseldir. Böyle olmasına şaşırmamak gerekir, çünkü rahat ve zengin bir hayat sürmüş, fakirliğin acısını yaşamamış, büyük sıkıntılar çekmemiştir.

Baki ölüme de bir rint edasıyla yaklaşır. Her şeyin sonunda yok olduğu gibi insan da sonunda yok olacaktır. Bunun için gam çekmenin gereği yoktur. Ölümden çekinmez; fakat ölüm karşısında duygulanır. Ancak ölümün kendisi için bir yok oluş olmayacağını, adının sonsuza kadar kalacağını bilerek teselli bulur.

Baki’de Fuzuli’de olduğu gibi yüce, ilahi bir aşk değil, değişken insani bir aşk görülür. Mecazi aşkı işleyen şairin ayrılığa tahammülü yoktur, kavuşmak ister.

Baki’de coşkun bir lirizm bulunmaz. Ancak bu sözden şairin duygudan yoksun bir insan olduğu anlamı çıkarılamaz. Kanuni için söylediği mersiye, şairin duygu yönünden ne kadar güçlü olduğunu göstermeye kafidir. Bu arada Baki’nin aklı ön plana aldığını, duygu unsuruna çok ağırlık vermediğini söylemek gerekir. O, Biçim olgunluğuna, sözcük oyunları ve edebi sanatlara önem vermiştir.(KÜÇÜK; 2002: 17)

Baki’nin şiirlerinde tasavvuf hemen hemen hiç bulunmaz. Rastladığımız tasavvufla ilgili kelime ve terimler hüner göstermek için kullanılmış sayısı sınırlı, aynı zamanda genel tabir şeklinde ve diğer şairlerin kullandığı tarzdadır. Divanında tevhid, münâcat, nat gibi dini şiirler de yer almaz.

Yıllarca kadılık ve kazaskerlik yaptığı, hatta şeyhülislamlığa yakınlaştığı halde, dini şiirler yazmamış, yazmışsa da Divanına almamıştır. Şeyhülislamlık makamına bir türlü erişemeyişinde bunun da etkisi olmuş olabilir. (İPEKTEN; 2002: 30)

Baki’nin eserlerinde “derinlik” bulunmaz. Şiirlerindeki esas unsur “nükte ve zerafet”tir. Onun şiirinde ilk bakışta anlaşılamayan derin manalar, iç içe geçmiş mazmunlar görülmez. Şiirlerinde tasavvuf olmadığı için ikinci anlam olmaması da doğaldır. Baki de Nedim ve Nef’i de olduğu gibi başka anlamlar aramak boş bir çabadır. Baki, duygu ve düşüncelerini olduğu gibi; ancak nükteli ve sanatlı biçimde ifade etmeyi ister. Edebi sanatlardan en çok Teşbih ve İstiareyi kulanmış olup bunlardan başka tevriye, hüsn-i talil, tenasüp ve cinas sanatlarını da kullanmıştır.

Baki’nin “hikemi” alanda söylediği beyitleri fazla yer tutmaz. Ancak, sıkıntılı günlerinde söylediği bazı beyitleri hikemi tarzdadır. “Baki, devrinde kadrinin bilinmediğini; iltifatın layık olmayanlara yapıldığını, dünyanın geçiciliği, dünyaya bağlanmamak gerektiği, burada huzur bulmanın imkansızlığı, hüner ehlinin bu dünyada mutluluğa eremediği gibi hususları beyitlerinde işler.”

“Devlet-i dünya için hengiz ne gamgin ol ne şâd

  Ber- karar olmaz bilürsin hâl-i âlem ey gönül”

 

“Devr-i zamane cünbiş-i nâ-dânlık üzredür

  Nâ-dân komaz ki merdüm-i dânâ huzür ide”

(KÜÇÜK; 2002: 18)

Baki’nin şiirlerinde “tabiat” çok sık karşımıza çıkar. Diğer birçok şairde görüldüğü gibi, aynı kelimeler ve mazmunlarla soyut bir tabiatı anlatmasının yanında, şiirlerinde yer yer İstanbul’da gördüğü; kışını, baharını yaşadığı gerçek tabiatı anlatma gayreti de görülür. Kışın; çıplak ağaçları, soğuğu, sonbaharda sararan yaprakları, baharda canlanan renk renk bahçeleri mısralarında anlatmıştır. Şairin en sevdiği mevsim bahar mevsimidir. O doğayı adeta tablo misali anlatmıştır. Şairin yalnızca doğayı işlediği beyitleri de vardır, ancak insansız doğayı kuru bulur. Şiirlerinde insan-tabiat ilişkisini rahatlıkla görebiliriz. Baki doğadaki güzellikleri insanda var olan bazı güzelliklere benzetir. Bu konuda yenilik yapar. Divan’ında “realist tabiat tasvirleri” bulunur. (KÜÇÜK; 2002: 20)

Baki’nin şiirlerinde musiki ve resimle ilgili tabirlere rastlanır. Şiir ve musiki arasındaki yakın ilişkiyi beyitlerinde belirtir.

Şair, şiir ve resim arasındaki ilişkiye;

“Yazmada nakş-ı zânm müze-i hün- âlüd

  Katı çok reng virüpdür kalem-i Bihzâd’a” beytiyle,

Yine şiir ve musiki arasındaki ilişkiye;

“Âvazeyi bu âleme Dâvûd gibi sal

  Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş”   beytiyle değinmiştir. Bu örnekler başka beyitlerle çoğaltılabilir.

Şiiri önce söz ipliğine inci dizmek şeklinde oluşturur. İnci gibi kelimeler seçmeye, söze inci değeri vermeye büyük gayret gösterir. (BANARLI; 1971: 587)

Baki’nin şiirlerinde yaşadığı devrin sosyal yaşamı ve zenginliği hissedilir. Yaşadığı dönemin kudreti ve zenginliği onun şiirinde öylesine işlenmiştir ki tabiat tasvirleri bile bu zenginliğin kıymetli taşlarıyla süslüdür. Sonbahar bir altın yağmuru gibidir. Diğer tabiat renkleri la’ller, yâkutlar, zümrütlerle işlenmiş bir tablo halinde canlandırılır. (BANARLI; 591)

XVI. yy divan şiirinin bir aynası gibi, devrin refahını zenginliğini ve estetiğini bir sonbahar kasidesinde dahi hüzün yerine neşe ve mutluluk yansıttığını görebilmek için Hazan kasidesinin birkaç beytini okumak yeterli olacaktır.

“Gülşene altun varaklar zeyn i düp kâd-ı hazân

  Güyiyâ zer- kûplar dükkânı oldu gülistan”

Divan şiirinde genelde şairlerin yaşadığı çevreye alakasız, hayattan kopuk oldukları görülür. Baki’ de ise bu biraz yumuşamış görülür. Devrin rahat hayatını, zaferle sonuçlanan savaşlarını bulmak mümkündür.  Ayrıca askerlik deyimlerini de çok kullanmış, savaş tasvirleri yapmıştır.

“Baki, bir ihtişam şairidir. Üslubu ile, söyleyişi ve anlatışı ile, hâyal ve tasavvurları ile bir ihtişam şiiri meydana getirmiştir. Kanuni devrinin mimarisinde ve diğer sanatlarında görülen ihtişam Baki’nin şiirlerinde de sezilmektedir. (TİMURTAŞ; 87: XI)

Baki’nin şiirleri şekil bakımından mükemmellik arz eder. Şekil açısından kusursuz, nazım tekniği bakımından sağlamdır. Şiirleri İran şairlerininkine yakındır. Baki şiirlerinin dış yapısını sağlamlaştırırken, iç yapısını da ihmal etmemiş; mazmunlar ve hayal gücüyle süslemiştir. Her kelimenin yakından ya da uzaktan kelimelerle bir ilişkisi düşünülmüştür.

Mesela;

“Meddâh olalı çeşm-i gazâlânına Baki

  Öğrendi gazel tarzını Rum’un şu’arâsı”

diye övünürken sevgilinin ceylan gözleri, ceylân’ın gazal adı ile gazel arasındaki ses ve tesir yakınlığı, sonunda böyle gözler için gazel söylemesi şiirde kelimeler arasında kurduğu ilişkiye örnek olarak gösterilebilir. (BANARLI; 1971: 587)

“Şu beyitinde “mana” güzelin bedenine, “edâ”da bu güzele giydirilen elbiseye benzetilmiştir.”

“Üzgünüm, özür dilerim

  Sim-ten dil-dâre benzer kimlibâşı yaraşa”

(KÜÇÜK; 2002: 26)

Yine;

“Kaddimi ceng eşkimi rûd eyledün

  Cismim âteş cânumu andd eyledün “

“Vücudumu cenk gibi büktün, iplik gibi (akan) gözyaşlarım bu sazın telleri oldu. Tenimi ateş, canımı ud ağacı (öd ağacı) gibi yaktın.” derken, kendisini cenk isimli saz’a benzetiyor, ayrıca ud ile öd ağacı arasındaki yazılış benzerliğinden istifade ediyordu. (BANARLI; 1971: 587)

Kelimelerin yan yana gelmesinden doğan ormanın yanında, mısra içinde aliterasyonlara da rastlanır.

“Şâkî-i pâk-meşreb ü pâkîze- zât ile

  Sa’y it safâya bâde-i sâfi sıfat ile”

beyitinde  “s” seslerinin hakim olduğunu görüyoruz. (KÜÇÜK; 2002: 26-27)

Baki’nin şiirlerindeki diğer bir önemli özellik de İstanbul Türkçe’sini nazım diline getirmesidir. Halk ağzında yaşayan bazı deyim ve söyleyişleri yer yer kullanmıştır. 15. yüzyılda başlayan Türkçe sözcüklerle uyak oluşturma çalışmalarını, Baki de 16. yüzyılda desteklemiş ve bunda başarılı olmuştur. Baki’nin bir başarısı da İstanbul Türkçe’sini temiz ve pürüzsüz olarak kullanmasıdır. Arapça ve Farsça’yı çok iyi bilmesine karşın şiirlerinde genellikle sade bir Türkçe kullanmıştır. Necati Bey’le başlayan sade Türkçe, İstanbul halkının kullandığı sözler ve deyimlerle bezenmiş temiz dil, şiirimize Baki tarafından yerleştirilmiş ve 17. yüzyılda Nedim ile en yüksek derecesine ulaşmıştır. (İPEKTEN; 2002: 32)

Baki’nin eserlerinde atasözleri ve deyimler oldukça fazla yer tutar. Şairin kullandığı deyimlerin bir çoğu bugün de kullanılmaktadır.

Şeb-nem göricek gonca hemân ağzı sulandı

Benzemiş aks-ruhun gördi bir içim suya

 

Yine ol gonca- ida bülbüllerin kanına girmişdür

Sim ü zerle gözünü boyamasun nergis var

(KÜÇÜK; 2002: 29)

Baki Divan’ında eski kelime ve eklere de rastlıyoruz. Baki bir yandan İstanbul ağzının şiire girmesine öncülük ederken bir yandan da, sunuban (sunarak); gelicek, olmayıcak (gelince, olmayınca); söylen, vermen, okun (söyleyin, vermeyin, okuyun); bilirin, isterin (bilirim, isterim); içmezin, vermezin, bilmezin (içmem, vermem, bilmem); bilmezem (bilmem); eylemeziz, dayanmazız, baş eğmeziz (eylemeyiz, dayanmayız, baş eğmeyiz); kendiyi (kendini); yıllardürür (yıllardır) vb. gibi eski söyleyişleri ve İstanbul konuşma dilinde yaşamayan, öykünmek (taklit etmek), bârk (külah, başlık), yay (yaz), ucundan (için, sebebiyle, sebeple, yüzünden) vb. eskimiş Türkçe sözcükleri de kullanmıştır. (KUDRET; 1985: 19-20)

Örnek olarak aşağıdaki beyitler gösterilebilir.

“Ser-i kuyin sanemâ cennet-i me’vâ bilürin

  Muntehâ kametini Sidre vü Tübâ bilürin

 

Her giz ne kadr ü câh ü ne süm ü zer isterin

Bir saru boylu dilber-i simin-ber isterin

 

Söylemez küsmiş bana cânâna söylen söylesün

Neyledüm ol yâr-ı âlîşâna söylen söylesün

(KÜÇÜK; 2002: 30)

Baki’nin Diğer Şairler Üzerindeki Etkileri

Baki şöhretini, itibarını, hayattayken hatta gençliğinde kazanmış, ölümünden sonra da bu mevkiden indirilememiş, sanatının, şiirden ve sanattan anlayan bir devirde yüksek çevreler ve geniş kitleler tarafından takdir edildiğine şahit olmuştur. Divânı, ülke sınırlarının bir çok yerinde çok kere istinsah edilmiş, ölümünden sonraki asırlarda da “Baki Divanı yazıp satmakla geçinen insanlara rastlanmıştır. (BANARLI; 1971: 596)

Baki’nin sanat gücü Osmanlı şairleri ve tezkireciler tarafından da onaylanmıştır. Örneğin; Âşık Çelebi ve Tezkiret’üs- Şu’arâ’sını 953’te tamamlayan Latifi’nin Baki’den bahsetmesi bunun kanıtıdır. 40 yaşına gelmeden evvel yani henüz Kanuni Sultan Süleyman hayattayken Osmanlı İmparatorluğunun her köşesinde geniş bir şöhret kazandı. Hayâli’nin ölümünden sonra en büyük şair sayıldı. Ahdi ondan büyük takdirle bahsederken şiirlerinin dilden dile dolaştığını yazdı. (KÖPRÜLÜ; İ.A. 1961, C.2: 249)

Baki; 15. ve 16. yy. şairlerinden Şeyhi, Necati, Ahmed Paşa, Hayâli ve Zâti gibi sanatçılardan etkilenmişti. Bunlar arasında Necati Bey’in etkisi daha kuvvetle hissedilir. Edebi şahsiyetinin gelişiminde onun payı diğerlerine göre daha çoktur. Şairin söylemiş olduğu nazirelerin büyük çoğunluğu Necati Bey’in şiirlerindendir. Ancak o, bu etkileri kendi kişiliğiyle birleştirerek özel, kendine has bir üslup oluşturmayı bilmiştir. Şairin Fuzuli’den de etkilendiğini söyleyenler olmakla birlikte bu etkinin kuvvetli olmadığını da söylemek gerekir. (KÜÇÜK; 2002: 31)

Baki, İranlı şairlerden Selmân-ı Sâveci, Hüsrev-i Dihlevi, Hafız-ı Şirûzî’den de etkilenmiştir. Bu şairler arasında Selmân-ı Sâveci’nin yeri başkadır. Baki kendini onunla mukayese eder. Kensi yaşadığı devrin Selmân’ı olduğunu iddia eder.

Fuat Köprülü,  Baki için, “Fuzuli kendi ayrıcalıklı konumunda bir tarafa bırakıldığında Baki’nin 16. yüzyılın en güçlü Osmanlı şairi olduğu görülür. Zaten şair Osmanlı şiiri üzerindeki sürekli etkisi ile bunu kanıtlamıştır.” şeklinde düşüncesini paylaşmıştır. Yahya Kemal de Osmanlı Divan şairleri arasında en üstad şairin Baki olduğu inancındadır. O, Baki’nin “dönsün” redifli gazelini, meşhur Hazan gazelini, onun Kanuni Mersiyesi ve daha birçok şiiri ile birlikte Türk Klasik Şiirinin şaheserleri arasında karşılar.

Baki hem kendi zamanında hem de kendinden sonraki yüzyıllarda yetişen şâirler üzerinde etkili olmuştur. Dönemin üstâd şairi zâti bile , onun

“Kadimdi ceng ekşimi rûd ey’ledün

  Cismim âteş canımı ud eyledin”

Matla’ını alıp tamamlayarak gazel yazmış ve Divan’ına koymuştur. Bu davranışın dan dolayı kendisini ayıplayanlara “Baki gibi bir şâiri uğurlama ayıp değildir.” cevabını vermiştir.

Baki, dönemin önemli şairlerinden Nev’i üzerinde bile etkili olmuştur. 16. asırda Baki’yi en çok taklid eden şair “Ümidi’dir. Şair bu yüzden Ümidi’ye çok kızar ve “Ümidi bizi yeniler” dermiş. Bunun dışında, Nev’i Nali, Halis, Azeri Çelebi, Furugi, Firdevsi, Sani, Besveli, Gelibolulu Ali, Avhdeti, Zihni, Ulvi, Bursalı Nedim, Seyyid Vehbi, Nazım, Süruri, Hoca Neş’et, Baki’yi tanzir, tahmis ve tesdis eden şairlerdendir. Ayrıca Tiryaki, Guberi ve Tabi’nin pek çok nazire söylediğini belirtelim. (KÜÇÜK; 2002:33-34)

Baki’nin şöhreti daha hayattayken Anadolu ve Rumeli’ye aşarak Azerbaycan, İran ve Irak’tan, Hicaz ve sonunda Hint saraylarına kadar ulaşmıştır. 17. yüzyıl tezkirecilerinden Riyazi’nin, Riyazüş-Şu’arâ’sında anlattığına, İran Şahı Baki’yi çok cazip tekliflerle yanına saray şairi olarak davet etmiş, (İPOLTEN, 2003;34) Ancak Baki bu daveti kabul etmemiştir.

Riyazi’nin dediğine göre Baki Divânı Hint saraylarında okunurmuş. Muhyi de Kafiye Risalesi’nde onun Telariz’de sevilerek okunduğunu ifade eder.

Baki’nin etkisi ölümünün ardından da devam etmiştir. Bu yüzyılın ve Divan edebiyatının en büyük şairlerinden Nef’i de Baki’den etkilenmiştir ve beyitiyle de Baki’yi takdir etmiştir.

 “Haşrne dek âb-ı hayât-ı sühân-ı Bâkî’dür

   Andırup zinde kılan nâm-ı Süleymân Hânı”

 XVII.yy de Hikemi tarzın kurucusu ve en büyük temsilcisi Nabi ise Baki’ye takdirini “Bâbi irişdi Bâkî’ye bu şi’r-i hâs ile” mısrasında dile getirmiştir.

Baki’nin etkisi, Nef’i ve Şeyhülislam Yahya vasıtasıyla Nedim’e kadar ulaşır. Nedim’de gördüğümüz rintlik, yaşamaya bağlılık, şuh ve serbest söyleyişler, tasavvufun bulunmayışı gibi hususlarda Baki’nin etkisi görülür. Ayrıca Nedim, Baki’nin devam ettirdiği İstanbul Türkçesinin şiir dili olması gayretini gerçekleştirmiştir, diyebiliriz. İki şair arasında yalnız ruh bakımından değil, söyleyiş bakımından da bazı yakınlıklar bulunur. (KUDRET; 1985; 15)

Baki’nin Türk şiiri üzerindeki etkisi Divân edebiyatının son şairlerinden Şeyh Galib’e kadar gelmiş, hatta Tanzimat’tan sonra da devam etmiştir. Baki; Ziya Paşa, Namık Kemal, Muallim Naci gibi şairler tarafından da takdir edilmiş, Divan şiirinin bir merhalesi ve Türk şiir dilinin güçlü sanatkârı olarak kabul edilmiştir.

Büyük şairin daha hayatta iken Türk şiirinde “Baki gibi yazmak” büyük meziyet sayılmış, Anadolu ve Balkanlardaki Türk edebiyatında Baki gibi yazmak isteyenlerden mürekkep bir “Baki Mektebi” kurulup devam etmiştir. Divân Şairleri, asırlarca Baki’ye nazire söylemiş; onun gazellerini tahmis ve tesdis etmişlerdir. (BANARLI; 1971: 596)

“Bazı genç şairler ondan mahlas olmakla iftihar etmişlerdir. Örneğin; Kefeli Seyyid Musa’ya “Kelimi” mahlasını o vermiştir.” (KÖPRÜLÜ; 1961, CII: 250)

Daha hayattayken ebediyete kavuştuğunu ve ölümsüzler arasına girdiğini görmek saadetine ulaşan Baki’nin bir takım şiirlerinde ve fahriyelerinde, bu güven göze çarpar. Daha ilk şiirlerinden itibaren başlayan “sanatına güvenmek hissi”, şairde hiç eksik olmamış, kendisini çağdaşlarından üstün görmüş; çevresinde kendisine karşı artan kin ve kıskançlık dalgalarını gurur ve istihza ile seyretmişti. 16. asır gibi, büyük ve seçkin sanatkarlar ile dolu bir yüzyılda, adı ve sanı bilinmeyecek genç bir şâirken;

“Nola dehr içre nişânım yag ise ‘ankayım

  Ne ‘aceb şeyli gibi çağlamasam, deryâyım”

Diyen mağrur şair kendi kudretini çok iyi biliyordu. (KÖPRÜLÜ; ia, 1961, c ıı:250)

Baki Biyografisi Başlıklı Yazımızı Okumak İçin Tıklayınız

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir