TEVFİK FİKRET (1867-1915)
Bu yazımızda Servet-i Fünun edebiyatının kurucu şairi olan “Tevfik Fikret”in hayatı, edebi kişiliği ve eserleri detaylı bir şekilde incelenmiş olup “Tevfik Fikret kimdir?” sorusuna cevap aranmıştır.
Tevfik Fikret, Türk edebiyatı tarihinde gerek yaşayışı, gerek düşüncesi üzerine en çok konuşulan ve tartışılan sanatçılardan biridir. Nihat Sami Banarlı’ya göre Tevfik Fikret, “Servet-i Fünun şiirini ses ve söz güzelliğiyle tek başına temsil etmek kudretini gösteren, büyük bir sanatkardır.”
“Tevfik Fikret”in Hayatı
Şiirimizde gerçek anlamda bir yenileşme dönemi sayılan Servet-i Fünun döneminin kurucularından ve en önemli şairi sayılan Tevfik Fikret, İstanbul’un Kadırga semtinde 1867 yılında doğmuştur. Asıl adı Mehmet Tevfik olup ilk şiirlerini bu isimle yayımlamıştır. Tevfik Fikret adını 1896’dan sonra Servet-i Fünun dergisinin başına geçince kullanmaya başlar.
Babası, Pertevniyal Valide Sultanın kahyalığını ve çeşitli sancaklarda mutasarrıflık yapan Çankırılı Hüseyin Efendi, annesi ise Hatice Refia Hanım’dır. Fikret, bu ailenin ikinci çocuğudur. Kendisinden başka bir de Sıdıka isimli bir kız kardeşi vardır. Annesi, Fikret 12 yaşındayken 1879 yılında Hac ibadetinden dönerken kolera hastalığına yakalanarak yolda vefat eder. Babası 1899 yılında bilinmeyen bir nedenle Sultan Abdülhamit’in öfkesini çekerek Arap topraklarına sürülür ve 1904 yılında sürgünde iken vefat eder.
Çocukluğunu Aksaray’daki konakta geçiren Mehmet Tevfik, ilk öğrenimine Aksaray Mahmudiye Rüştiyesinde başlar. Ancak bu okulun 93 Harbi sırasında İstanbul’a gelen göçmenlerin barınması için boşaltılmasından sonra Galatasaray Sultanisine nakil olarak buradan birincilikle mezun olur. Bu okula nakil olması onun hayatının seyrini değiştirir. Galatasaray Sultanisinde Recaizade Mahmut Ekrem, Muallim Naci ve Muallim Feyzi gibi devrin ileri gelen edebiyat öğretmenlerinden ders alır. Ayrıca yine bu okulda iken ünlü ressamlarımızdan Şeker Ahmet Paşa’dan ve Hatabet adlı bir Fransız ressamdan resim sanatını öğrenir. Eğitim tarihimizde “Batıya açılan pencere olarak” nitelenen Galatasaray Sultanisinde Batı kültürünü özümser. Edebiyata karşı ilgisi de bu yıllarda başlayan Fikret, ilk şiirlerini de bu okulda yazmaya başlar ve 1888 yılında mezun olur.
“Tevfik Fikret”in Memuriyet Hayatı
Mezuniyetinden sonra Hariciye Nezareti İstişare Odasına memur olarak girer. Ancak burada yapılacak bir iş olmadığını düşündüğü için aynı yıl içinde buradan ayrılarak Sadaret Mektubi Kalemine geçer. Bu arada Gedikpaşa’daki Ticaret Mekteb-i Alisinde Türkçe, Fransızca ve güzel yazı dersleri vermektedir. Bir süre sonra Sadaret Mektubi Kalemindeki görevinden de istifa eder. Devletin kendisine vermek istediği aylık ücretini, kendisinin hak etmediğini düşündüğü için almak istemez. Ancak devlet, ücretini yine de onun hesabına yatırır. Bunun üzerine Fikret bu parayı göçmenlerin ihtiyaçları için kullanılmak üzere bağışlar. Bu olay onun dürüstlük konusunda adının duyulmasını sağlar.
“Tevfik Fikret”in Evliliği, Edebiyat Çevrelerinde Adının Duyulması ve Haluk’un Doğumu
1890 yılında dayısının kızı Nazıma Hanım’la evlenen Fikret, 1891’de arkadaşı şair İsmail Safa’nın çıkardığı “Mirsad” dergisinin açmış olduğu “Tanrı’nın birliğini ve padişahı övme” konulu şiir yarışmalarının ikisini birden kazanarak derginin şairleri arasına katılır. 1892 yılında girdiği sınavı kazanarak Galatasaray Sultanisinin ilkokul kısmında Türkçe öğretmeni olarak göreve başlar. Bir süre sonra Muallim Naci hayata gözlerini kapayınca onun yerine edebiyat öğretmeni olarak lise bölümüne atanır. Bu dönemde “Hasta Çocuk” ve “Balıkçılar” gibi şiirlerini kaleme alır. 1895 yılında hükumetin memur maaşlarında kesintiye gitmeye başlamasından sonra buradaki görevinden de istifa eder. Aynı yıl çok sevdiği ve vatanı adına kendisinden çok şeyler beklediği oğlu Haluk dünyaya geldi.
Servet-i Fünun Dergisinin Başına Geçmesi ve Derginin Edebiyat Dergisine Dönüşmesi
1896 yılında Fikret’in Galatasaray’dan öğretmeni ve Batılı şiir konusunda örnek aldığı kişi olan Recaizade Ekrem’in ısrarlarıyla Servet-i Fünun adlı bilim dergisinin yazı işlerinin başına geçerek dergiyi bir edebiyat dergisine dönüştürür. Tevfik Fikret’in çabasıyla dergiye Halit Ziya, Cenap Şahabettin, Hüseyin Cahit, Hüseyin Suat, Ahmet Reşit, Ahmet Hikmet, Ali Ekrem ve Ahmet Şuayb gibi sanatçılar katılır. Böylece Edebiyat-ı Cedide yani diğer ismiyle Servet-i Fünun dönemi başlamış olur. Fikret’in Servet-i Fünunda yayımlanan ilk şiiri “Hayran”dır.
1896 yılında Robert Kolej’de Türkçe öğretmenliğine başlayan Fikret’in şiirlerinde, 1897’de başlayan Türk-Yunan savaşı nedeniyle yurt ve yurtseverlik teması geniş yer tutmaya başlar. Bu dönemde yazdığı “Hasan’nın Gazası” ve “Asker Geçerken” adlı şiirleri bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Bu arada şair İsmail Safa’nın evinde yapılan bir toplantıda Sultan Abdülhamit aleyhinde bir şiir okuduğu gerekçesi ile göz altına alınarak bir gün sonra serbest bırakılır.
Tevfik Fikret, bu yıllarda bir yandan öğretmenlik görevini sürdürür, bir yandan Servet-i Fünun dergisini yönetir, bir yandan da hem Servet-i Fünun’da hem de Maarif, Mektep, Mütalaa gibi dergilerde yazar. Sanatçı bu dönemin genel eğilimine uygun olarak “Sanat, sanat içindir.” görüşüne bağlı kalır. “Şehrayin” adlı şiirini yazdığı 1899 yılına kadar bireyselciliğin sınırlarını aşamaz.
Sultan Abdülhamit’in Artan Baskıları Özgürlüğüne Düşkün olan Şairi Karamsarlığa İter
Özellikle 1898’den sonra Abdülhamit’in artan baskısı nedeniyle giderek karamsarlaşan Fikret ve arkadaşları, hep birlikte yabancı bir ülkeye göç etmeyi düşündüler. Bu konuda Yeni Zelanda’ya gitme fikri ortaya atıldı ama bu mümkün değildi. Bunun üzerine Hüseyin Kazım’ın Manisa’da bulunan ve hayallerinde “Yeşil Yurt” adını verdikleri çiftliğe yerleşmeyi ve orada bu dünyanın pisliğinden uzak bir şekilde yaşamayı tasarladılar. O dönemin şartlarında bu da mümkün olmayınca, Fikret, her şeyden soğudu. Bu karamsar döneminde “Hayat-ı Muhayyel”, “Yeşil Yurd”, “Bir Mersiye” gibi şiirlerini yazdı.
1899-1902 yılları arasında yapılan İngiliz-Transvaal Savaşı sırasında dönemin sanatçıları tarafından imzalanarak konsolosluğa verilen bir destek yazısından dolayı Fikret tekrar göz altına alındı. Suçlu bulunmayarak serbest bırakıldı ancak sıkı bir göz hapsine alındı. Daha sonra Robert Kolej’de çaylı bir toplantıya katıldığı suçlamasıyla tekrar göz altına alındı.
1900 yılında şairliğinin ilk dönem ürünlerini bir araya getiren Rübab-ı Şikeste adlı kitabını yayımladı. Kitap, kısa sürede büyük bir başarı kazanarak altı ay içinde ikinci baskısı yapıldı.
1901’de İstibdat yönetimi, basın hayatında yazı yazmayı ve yayımlamayı neredeyse imkansız hale getirdi. Bunun üstüne bir de Servet-i Fünun dergisinin sahibi olan Ahmet İhsan ve öteki arkadaşlarıyla arası açılınca Fikret, derginin yönetimini Hüseyin Cahit’e bırakarak dergiden ayrıldı. Aynı yıl Hüseyin Cahit’in Fransızca’dan çevirdiği “Edebiyat ve Hukuk” başlıklı makalede Fransız İhtilali’ne atıf yapıldığı gerekçesiyle dergi de kapatıldı.
“Fikret”in Aşiyan’a Çekilmesi
Tevfik Fikret, bu gelişmeler üzerine Kadırgadaki aile konağını satarak Rumeli Hisarı sırtlarında Robert Kolej’le komşu bir arsa üzerine, planlarını kendi çizdiği bir köşk yaptırmaya başladı. Bu köşk sayesinde toplumdan uzak, kendi köşesinde yaşamayı planlıyordu. Bu sırada kız kardeşini ve sürgünde olan babasını kaybetti. Kız kardeşinin ölümü karşısındaki duygularını “Hemşirem İçin” adlı şiirinde anlattı.
Artık hiçbir devlet görevini kabul etmeyen ve yalnızca Robert Kolej’deki Türkçe öğretmenliğini sürdüren şair, Servet-i Fünun dönemindeki şiir anlayışından da uzaklaşarak doğrudan muhalif bir şiir anlayışına yöneldi. İstanbul’u kınayan ve lanetler yağdıran ünlü “Sis” şiiri ile “Sabah Olursa”, “Mazi-Ati” gibi şiirlerini ve Abdülhamit’in, kendisine düzenlenen suikast saldırısından son anda kurtulması üzerine kaleme aldığı “Bir Lahza-i Teahhur (Bir Anlık Gecikme)” gibi şiirlerini bu dönemde yazdı. Fikret, artık toplumcu mücadeleyi destekleyen konularda şiir yazıyor; ancak bu ortamda serbestçe yayımlayamadığından, her biri “devrim bildirisi” olan şiirlerini gizliden gizliye, elden ele dolaştırmak suretiyle bu mücadeleyi sürdürüyordu. 1905 yılında yazdığı “Tarih-i Kadim” adlı eseriyle İslamcı kesimin tepkisini çekti ve özellikle Mehmet Akif’le şiddetli tartışmalara girdi. 1901-1908 yılları arasındaki yaşamı, “Aşiyan” adını verdiği köşkü ile hemen yan arsada bulunan Robert Kolej arasında geçti.
Meşrutiyet Rejimi’nin İlanından Sonra Fikret ve Arkadaşlarının Durumu
23 Temmuz 1908’de 2. Meşrutiyet ilan edildikten sonra, Sultan 2. Abdülhamit’in tahttan indirilmesi, hemen bütün aydınlarda büyük bir umut ve sevinç yarattı. Aydınlar, Meşrutiyet rejiminin bütün bireysel ve toplumsal sorunlara çözüm olacağı yanılgısına kapıldılar. Fikret’de bunlar arasındaydı. “Rücu” (geri dönüş) şiirini bugünlerde yazarak, “Sis” şiiriyle İstanbul’a savurduğu laneti geri aldığını ilan etti. Arkadaşları Hüseyin Cahit ve Hüseyin Kazım ile bu dönemde özgürlük düşüncelerini yazmak ve yaymak amacıyla “Tanin” gazetesini çıkardı. Böylece toplumsal yaşama yeniden katıldı. Ancak, gazetenin gündelik politika gazetesine dönüşmeye başlaması ve Hükumetin gazeteyi kendi yayın organına çevirmek istemesinden dolayı gazeteden ayrıldı. Hatta İttihad ve Terakki Hükumeti’nin Maarif Nazırı olma teklifini bile reddederek yeniden Aşiyan’a çekildi.
Mekteb-i Sultani Müdürlüğü
1909’da arkadaşı olan Maarif Nazırı Abdurrahman Şeref Bey’in ısrarı üzerine Galatasaray Sultanisi Müdürlüğü görevini kabul etti. Bu sıralarda okulun Pera’da bulunan binası yangında zarar gördüğü için, öğrenciler Beylerbeyi’nde ders görüyorlardı. Tevfik Fikret, çok kısa bir sürede okulun tadilatını tamamlatarak okulu yeniden eğitime açtı. Tadilat sırasında toplantı salonu mescidin üzerine yapıldığı gerekçesiyle İslamcı kesimin tepkisini çekti. 31 Mart Ayaklanması’nda gericilerin okulu yıkmaya geleceklerini duyunca, kapıya çıkıp önce kendisini öldürmeleri gerektiğini söyleyerek mücadele kararlılığı gösterdi. Bu okuldaki görevi sırasında İstanbul Darülfünununda ve İstanbul Darülmuallimininde edebiyat dersleri de verdi.
Haluk’un Ülkeden Ayrılması
1909 yılında oğlu Haluk’u İskoçya’ya eğitim için gönderdi ve hemen ardından oğlunun kişiliğinde dönemin gençlerine seslenen ve onlara olan umutlarını dile getirdiği “Haluk’un Vedaı” adlı şiirini yazdı. Haluk, yanına yerleştirildiği İskoç ailenin etkisiyle din değiştirerek Hristiyanlığı seçti. 1913’te ABD’ye giderek Makine Mühendisliği bölümünden mezun oldu ve ülkesine bir daha hiç dönmedi. İleri yaşlarında kendisini dine vererek rahip oldu ve 1965 yılında Orlando’da hayatını kaybetti.
1910’da okul müdürlüğü ve öğretmenlik görevlerinde işlerine karışılması özgür yaradılışlı şairi rahatsız etmeye başlayınca bu görevlerinden istifa etti ve Parti’ye cephe alarak yeniden Aşiyan’a çekildi. Aynı yıl, 1901-1909 yılları arasında yazıp yayımlayamadığı şiirleri de ekleyerek “Rübab-ı Şikeste”nin üçüncü basımını, 1911’de de dördüncü basımını yayımladı. Yine 1911’de “Haluk’un Defteri” adlı şiir kitabını yayımladı. Bu kitapta 1901’den sonra yazdığı toplumcu nitelikteki şiirlerini topladı.
İttihad ve Terakki Partisi’nin giderek “İstibdad” yönetiminin yöntemlerini kullanmaya başlaması onu bir kez daha düş kırıklığına uğrattı. Toplumsal öfkesinin doruğa çıktığı bu dönemde “Doksan Beşe Doğru” ve “Han-ı Yağma” gibi başkaldırı sayılabilecek şiirlerini yazdı.
Hastalığı ve Son Yılları
1914 yılında bir süredir çektiği rahatsızlığın şeker hastalığı olduğunu öğrendi. Aynı yıl dönemin ünlü eğitimcisi Satı Bey, yeni açtığı özel okulunda okutulmak üzere Fikret’ten bir çocuk kitabı yazmasını istedi. Hastalığının ağırlaşmasına rağmen hasta yatağında “Şermin” adlı çocuk kitabını kaleme aldı. Bu kitapta yalın bir dil ve hece ölçüsü kullandı.
Osmanlı’nın oldu bittiye getirilerek Birinci Dünya Savaşı’na katılmasına karşı çıktı. Bu karşı çıkışın bir belgesi olarak 1915’te “Sancak-ı Şerif Huzurunda” adlı şiirini yazdı. Bu şiirinde savaş propagandası yapanlara şiddetle saldırdı. Bu şiirinden dolayı 1905’ten beri kendisine karşı olan tutuculardan yeniden büyük bir tepki aldı.
1915 yazında hastalığı iyice ilerledi ve 19 Ağustos günü henüz kırk sekiz yaşında hayata veda etti. Kayın pederine Aşiyan’ın bahçesine gömülmeyi vasiyet ettiği halde Aşiyan’ın sonradan kimin eline geçeceğinin belirsiz olması gibi sebeplerle Eyüp’te bulunan aile kabristanlığına defnedildi. Daha sonra mezarı 1961 yılında Aşiyan’ın bahçesine nakledildi.
Tevfik Fikret’in huzuru bulmak için planını kendi çizip yaptırdığı Rumeli Hisarı sırtlarınadaki muhteşem manzaralı Aşiyan isimli köşkü halen müze olarak ziyaret edilebilmektedir.
“Tevfik Fikret”in Edebi Kişiliği
Türk şiirinin eski şiirin etkilerinden tümüyle arınmasını ve çağdaşlaşmasını sağlayan Edebiyat-ı Cedide’nin estetik anlayışını belirleyen şairler; Cenap Şahabettin ve Tevfik Fikret’tir. Genel olarak eleştirmenler, Fikret’in şiir yaşamını;
- Servet-i Fünun öncesindeki nazım denemeleri (1886-1896)
- Servet-i Fünun döneminde kişiliğini ortaya çıkaran, yenilik hareketine yön veren, divan ve Tanzimat şiiri kalıntılarını kesin olarak tasfiyeye yönelen şiirleri (1896-1901)
- İkinci Meşrutiyet’e kadar toplumsal muhalefeti sürdürdüğü ama bir kısmını yayınlama olanağı bulamadığı şiirleri (1901-1908)
- İkinci Meşrutiyet’ten sonra özellikle toplumsal muhalefet ve şiddetli yergilerini dile getirdiği şiirleri (1908-1915)
olmak üzere dört bölüme ayırmaktadırlar. Bunun yanı sıra, bir de yaşamının sonunda, 1914’te yazdığı ve Şermin’de topladığı çocuk şiirleri vardır.
Tavfik Fikret’in ilk şiiri on beş yaşında, Galatasaray’ın dördüncü sınıfındayken Tercüman-ı Hakikat gazetesinin edebi ilavesinde çıkan bir “gazel”idir. Ancak adının duyulması İsmail Safa’nın Mirsad adlı dergisinin açtığı “Tevhid (Allah’ın birliği)” ve “Sitayiş-i Hazret-i Padişahi (padişaha övgü)” konulu şiir yarışmalarının ikisini birden kazanmasıyla gerçekleşmiştir. Mirsad ve Malumat gibi dergilerde yayımlanan bu dönem şiirlerinin “eski”den kopamadığı; dil, içerik ve biçim yönünden eski şiirin devamı olduğu; ama yine de Fikret’e özgü dil ustalığıyla yazıldığı söylenebilir. Eski şiiri savunan Muallim Naci ve Muallim Feyzi gibi şairlerin şiirlerine öykünen kimi şiirlerini Rübab-ı Şikeste adlı kitabının sonundaki “Eski Şeyler” bölümüne almıştır.
İkinci dönem şiirlerinin yeni bir yolda yazılması, hem Fikret’in Fransızcadan okuduğu Fransız şairlerinin, hem de o sıralar Avrupa’dan dönmüş ve orada gördüğü yeni şiir anlayışıyla şiir yayınlamaya başlamış olan Cenap Şahabeddin’in yapıtlarının etkisine bağlanabilir. Cenab’ın getirdiği en önemli yeniliklerden biri de, eski imgelere benzemeyen, yepyeni soyut imgeler, söz dizimi ve dil müziği ile sağlanan yeni şiir ahengidir. Bu imgelerin ve ahengin, Fikret’in o zamanki ruh durumuyla çakıştığı ve şiirini yenilemekte en önemli etken olduğu açıktır.
Fikret’in ve Cenap Şahabettin’in Servet-i Fünun dönemindeki bu uygulamaları, eski şiir geleneğinin kırılmasında en önemli rolü oynamış ve etkileri günümüz şiirine değin gelmiştir.
Tevfik Fikret, “Sanat sanat içindir.” anlayışıyla “Şehrayin”i yazdığı tarihe (1899) kadar, genellikle bireyciliğin sınırını aşamamıştır. Fakat yine Servet-i Fünun şairleri arasında, Fikret’in ara sıra az da olsa, “Balıkçılar”, “Ramazan Sadakası”, “Nesrin”, “Verin Zavallılara” gibi şiirleri bu sınırı az çok zorlayanlardır. 1899’dan sonra, Fikret’in sanat anlayışında bireycilikten toplumsallığa doğru kayma başlar. Şairin bu ilk çıkışını bütün toplumu boğan baskıya karşı en muhteşem çıkışı olan “Sis” izler. 1900’de Servet-i Fünun’da yayımlanan bir yazısında “Sanat şahsi olamaz.” der.
1901-1915 arasında Aşiyan’a çekildiği dönemindeki şiirlerinde dil ve biçim bakımından pek fazla değişiklik görülmez, ama içerik ve dünya görüşü bakımından Fikret’in büyük bir değişme gösterdiği açıktır. İçine kapandığı bu dönemde ilk dönemindeki bireyciliğin ve “sanat için sanat anlayışı”nın yerini toplumsallaşma ve “toplum için sanat anlayışı” alır. Ahlakçılık ve toplumsal yergi, ölümüne değin şiirlerinin iki önemli söylemi durumuna gelir. “Doksan Beşe Doğru”, “Rübabın Cevabı”, “Han-ı Yağma”, “Sancak-ı Şerif Huzurunda” gibi şiirleri ile toplumsal muhalefetin ve yerginin en güzel örneklerini verir. 1901-1908 arasındaki şiirlerinde ana temalar “hürriyet” ve “uygarlık”tır. “İnsan”a çok değer veren şair onun hak ve özgürlükleri konusunda son derece duyarlıdır. Bu bakımdan insan hak ve özgürlüklerini herhangi bir şekilde ve ölçüde ortadan kaldıran her türlü güce karşıdır. Bunun içindir ki sanatının ilk safhasında çok samimi bir dindar olan şair, ikinci evrede insanlara ağır bir şekilde hükmettikleri ve onları birbirine düşürdükleri gerekçesiyle bütün dinlere karşı cephe alır. (Tarih-i Kadim, 1905)
1914’te yazdığı Şermin adlı çocuk kitabında, çocuklara olduğu kadar gençlere de öğüt veren ahlakçı tavır egemendir. Şairin kişiliği bakımından öteki şiirlerinden pek farklı olmayan bu şiirler, yazılma amacına uygun olarak yalın bir dille ve hece ölçüsüyle kaleme alınmıştır.
Haluk’un Defteri, Fikret’in daha çok üçüncü döneminde yazdığı toplumsal içerikli şiirlerini bir araya getiren yapıtıdır. Kitaptaki şiirler; “Haluk’un Defteri”, “Hayata Karşı Beşer” ve “Hitabeler” adlı üç bölümde toplanmıştır. Bu eseriyle Tevfik Fikret, Türkiye’deki gericiliğe karşı savaşımını sürdürenlerin bayrağı durumuna gelmiştir. “Haluk’un Defteri” bölümündeki şiirlerde Fikret, daha çok Tanpınar’ın “medeniyet krizi” dediği dönemde topluma örnek olarak gösterilecek yeni bir insan tipinin dolaylı betimlemesini yapar. Bu tipin kitaptaki simgesi de oğlu “Haluk”tur.
Fikret’in bu kitapta düşüncelerini en iyi ve en etkili biçimde yansıtan şiiri “Haluk’un Amentüsü”dür. İçinde doğrudan doğruya dinsel bir çağrışım olmamasına karşın bu şiirde Tevfik Fikret, bütün dinlerin karşısına aklı koyarak aklı yüceltir. Sonunda da aklın en kutsal ürünü olan bilime inancını dile getirmektedir. “Haluk’un Vedaı” adlı uzun şiirse bu bölümü görkemli biçimde bitiren bir küçük destandır. Haluk’un öğrenim için yurt dışına gitmesi, kendi geleceğini kurtarmak için değildir.
“Bize bol bol ışık kucakla getir:
Düşmek, çevreyi görmemektendir.”
Bu sözler oğlundan ayrılan Bir babanın vasiyeti gibidir.
“Hayata Karşı Beşer” bölümündeki şiirlerde Fikret, daha çok Tanrıyı ve insanı sorgulamaktadır. Evrenin yaratıcısı olarak Tanrı’nın yerine merkeze insanı koyar.
Üçüncü bölüm olan “Hitabeler”de yer alan “Ferda” şiiri, Fikret’in gençliğe, bir başka deyişle oğluna seslendiği şiirlerden biridir. Bu şiirinde, bugünün ve yarının gençlere emanet olarak verildiğini, emaneti en iyi biçimde koruyarak yarının gençlerini teslim etme görevinin ise kutsal bir görev olduğunu vurgular. Fikret, kendi deyişiyle “hak bellediği bir yola yalnız giden bir şair”dir.
Rübab-ı Şikeste, Tevfik Fikret’in Servet-i Fünun dönemi şiirlerini derleyen kitaptır. Fikret bu kitabında, yukarıda sözünü ettiğimiz gibi, dönemin şiir anlayışını belirleyen, o zaman için hem biçim hem de içerik bakımından yenileşmenin öncüsü olan şiirlerini toplamıştır.
Rübab-ı Şikeste’deki kimi şiirler, onun daha sonra yöneleceği konu bakımından toplumsallaşma aşamasının ilk tohumlarını taşımalarına karşın, genel olarak hem konu hem de söyleyiş bakımlarından Servet-i Fünun dönemi özelliklerini yansıtır. Bu şiirlerde Servet-i Fünun dönemi şairlerinin sık kullandığı aşk ve doğa temalarının yanı sıra, Fikret’in öteki şairlerde pek görülmeyen yalnızca insanseverlikten kaynaklanan “toplumsal gözlemci” niteliği açıkça görülür.
“Tevfik Fikret”in Şiirinin Genel Özellikleri
Fikret şiirimizde birçok yeni uygulamayı başlatmış bir şairdir. Servet-i Fünun şiirinin genel özellikleri olarak da gösterilebilecek olan, Fikret’in dil ve anlatım özellikleri ile biçimsel özellikleri aşağıda açıklanmıştır:
- Fikret’in ve Servet- i Fünuncuların şiirlerinde “yeni Osmanlıca” adı verilebilecek bir dil anlayışı vardır. Bu şairlerin şiirlerinde kullandıkları sözcükler, Arapça ve Farsça sözcüklerden ses ve biçim güzelliklerine bakılarak seçilmiş, ama gündelik kunuşma diline hiçbir zaman girmemiş sözcükler ve tamlamalardır. Pek çoğu ilk kez Fikret’in ve Cenap Şahabettin’in şiirlerinde kullanılmıştır. Böylece Tanzimat şiiri ile halk diline yaklaşmaya başlayan şiir dili; hem yeni imgeler, hem de bu yabancı sözcüklerle yeniden (bu kez büsbütün) halk dilinden uzaklaşır.
Tevfik Fikret; bu yeni dilin, şiirlerindeki öğütleri ulaştırmayı düşündüğü halkla, daha da önemlisi gençlerle arasındaki en önemli engel olduğunu kavrayamaması, yazın tarihimizin en büyük ironilerinden biridir. Kendi kurduğu Servet-i Fünun dilini yalın Türkçeye feda edememesi, şair olarak en büyük dramıdır. - Şiirde ulantılı dize kullanılarak cümle birimini dizenin ve beytin belirlemesi geleneği bırakılır. Ulantılı dize, cümlenin ve anlamın bir dize ya da bir beyitle bitmeyip, öteki dizelerde de devam etmesidir. Cümlelerin hep aynı uzunlukta olmaması şairi özgür bırakmıştır.
Bu uygulamanın şiir cümlesini divan ve Tanzimat şiir cümlesinin tekdüzeliğinden kurtardığı, konuşma dilinin edasına uygun yeni bir şiir cümlesi, dolayısıyla yeni bir dil estetiği yarattığı söylenebilir. Ancak bu uygulamanın, şiiri yer yer nesirleşme tehlikesine düşürdüğü de belirtilmelidir. - Divan ve Tanzimat şiirlerinde kullanılan nazım biçimleri tamamıyla bırakılır. Şiirin biçimini konusunu belirler. Divan şiirinin müstezat biçiminden türetilen, kısa dizelerin kurala göre değil de gerektiği zaman kullanılmasına dayanan “serbest müstezat”, Batı şiirinden alınan iki dörtlük ve iki üçlük kıtadan oluşan “sone” ve üçlüklerden oluşan “terza rima” gibi nazım biçimleri kullanılır.
Bu nazım biçimlerinin şiir estetiğine yeni bir tat getirdiği söylenebilir. Ne var ki yüzlerce yıl kullanılmasına karşın halkın tamamıyla benimseyemediği gazel, kaside, murabba vb. divan şiiri nazım biçimleri gibi, Fikret’in ve çağdaşlarının yalnızca Fransız şiirinde görüp şiirlerinde kullandıkları, Batı dillerinin söyleyiş özelliklerine uygun olan bu nazım biçimlerinin, farklı dil ve duyuştaki Türk insanının şiir dünyasına pek de fazla bir uyum sağlamadığı açıktır. Bu yeni nazım biçimleri uyak düzenlerinden dolayı divan nazım biçimlerinin şiirsel ahenginden farklı yeni bir şiir ahengi yaratmasına karşın, yine de yaygınlaşarak ulusallaştığı söylenemez. - Tevfik Fikret, çocuklar için yazdığı Şermin adlı kitabını oluşturan şiirler dışında, bütün şiirlerinde aruz ölçüsünü kullanmıştır. Aruz ölçüsü uzun ünlü içeren sözcükler gerektirir. Türkçede uzun ünlü içeren sözcükler bulunmadığı için de gerektiği yerde konuşma dilinin dışındaki Arapça ve Farsça sözcükleri de kullanmak zorunda kalmıştır. Önce zorunluluktan doğan bu kullanım, daha sonra halkın bilmediği, kendisine özgü bir estetik şiir söyleyişi yaratmış, Fikret ve çağdaşları için vazgeçilmez duruma gelmiştir. Elbette bundan vazgeçip Türk dilinin yapısal gereksinimlerinden doğan hece ölçüsüne dönmek, bu kuşak için kendisini yadsımak anlamına gelecekti. Fikret, yalın Bir Türkçe kullanmayı denediği “Şermin” dışındaki tek şiiri olan “Bir Yudum Su” adlı şiirinde bile aruz ölçüsünü kullanmaktan kaçınamamıştır.
- Fikret’in ve diğer Servet-i Fünun şairlerinin şiirlerinde divan ve tazminat şiirinde hiç kullanılmayan noktalama işaretleri nesirde olduğu gibi işlevli olarak kullanılmaya başlanır. Soru, ünlem ve özellikle noktalı virgül işaretleri, yeni dil estetiğinin yardımcı ögeleri olarak şiirde yerlerini alır. Servet-i Fünun şiir ve nesrinde, duygu ve düşüncelerin okura aktarılmasında, cümlelerin tekdüzelikten kurtarılmasında, anlatımın canlandırılmasında bu işaretlerin yardımcı olduğu kuşkusuzdur.
- Fikret’in şiirlerinde betimleme çok önemli bir şiir ögesidir. Dahası, kartpostalların altına, resmin konusuna uygun şiir yazma ve yayımlama anlayışını dönemin şairleri arasında başlatan ve yayan da Fikret’tir. Bu yazış yönteminin Fikret’in ve dönemin öteki sanatçılarının yapıtlarında çok kullanılması Fransız Realizminden ve Parnasçı şiir akımından etkilenmesine bağlanabilir.
“Tevfik Fikret”in Eserleri
- Rübab-ı Şikeste (Kırık Saz): Bu kitapta Fikret’in bir kısım gençlik manzumeleri ve daha çok “sanat sanat içindir” görüşleriyle Servet-i Fünun’da yayımladığı şiirleri vardır. Bu eserdeki şiirlerini Rübab-i Şikeste, Aveng-i Tesavir, Aveng-i Şuhür, Eski Şeyler başlıklarını taşıyan dört bölümde toplamıştır.
- Haluk’un Defteri: Şairin el yazısıyla oğlu Haluk’a hitaben yazdığı şiirlerinden oluşur.
- Rübabın Cevabı: Fikret’in cemiyetçi ve vatancı şairliğinin olgun ve kuvvetli bir örneğini yansıtan manzumesidir.
- Tarih-i Kadim: Fikret’in; Tanrı, inanç, din, şehir, medeniyet, insanlık ve dünya hakkındaki eleştirel görüşlerini yazdığı şiiridir. Bu şiirden sonra Mehmet Akif başta olmak üzere İslamcı kesimin yoğun tepkilerini üzerine çekmiştir.
- Şermin: Şairin, hayatının son yıllarında bir çocuk ruhu ve çocuk Türkçe’siyle, hece vezniyle yazdığı çocuk şiirlerinden terkip edilmiş, zevkli ve kıymetli bir eserdir.