MEHMET RAUF (1875-1931)
Bu yazımızda Mehmet Rauf’un hayatı, edebi kişiliği ve eserleri hakkında bilgi verilmiş olup, “Mehmet Rauf kimdir?” sorusuna cevap aranmıştır.
“Mehmet Rauf”un Hayatı
1875 yılında İstanbul’da doğan Mehmet Rauf, bütün öğrenimini İstanbul’da yaptı. İlk olarak Balat’taki Defterdar Mahalle Mektebi’ni bitirdi. Daha bu yaşlarda tiyatroya ve edebiyata oldukça düşkün ve hayalperestti. Bundan dolayı, babası onu daha disiplinli yetişir düşüncesi ile Soğukçeşme Askeri Rüştiyesine gönderdi. Bu okuldan sonra 1888’de girdiği Mekteb-i Bahriye’yi başarıyla bitirerek deniz subayı oldu. Bu okulda daha önce öğrendiği Fransızcanın yanı sıra İngilizce de öğrendi. 1894’te staj yapmak üzere Girit’te görevlendirildi. Bir yıl sonra stajını bitirerek, Kiel Kanalı’nın açılış merasimi nedeniyle Almanya’ya gitti. Dönüşünde Tarabya’da demirli olan bir elçilik gemisinde “irtibat zabiti” göreviyle ikinci kaptan olarak çalışmaya başladı.
Halit Ziya, İzmir’de “Hizmet” gazetesini çıkardığı sırada, aralarında bir tanışıklık olmamasına rağmen ona küçük hikayelerini göndererek “Hizmet”te basılmasını sağladı.( Basılan ilk yazısı Düşman adlı hikayesidir.) Bundan sonra Hüseyin Suad, Hüseyin Cahit, ve Halit Ziya’nın da yazarları arasında bulunduğu yazdıkları “Mekteb” dergisinde yazmaya başladı.(1895)
1896’dan sonra Servet-i Fünun Hareketine katıldı. Burada küçük öykü, mensur şiir ve makalelerle başlayan yazı hayatı 1900’de “Eylül”ün tefrika edilmesiyle doruk noktasına ulaştı. Topluluğun dağılmasından sonra yazı hayatına ara verdi. 1908’e kadar yazı yayınlamayan yazarın bu tarihten sonra, çeşitli dergilerde makaleleri, piyesleri, hikayeleri ve romanları çıktı. Ayrıca “Mehasin(1909″) ve” Süs(1923)” adlı kadın dergilerini çıkardı.
Sanatçı, 1901 yılında Ayşe Sermet Hanım ile evlendi. Bu evlilikten iki kızı oldu. Birkaç yıl sonra eşinden ayrıldı. İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra yayımlamış olduğu “Zambak” adlı öyküsü açık seçik bulunduğu için askeri mahkeme tarafından altı ay hapse mahkum edildi. Bu olaydan sonra askerlik mesleğinden ayrılmak zorunda kaldı. 1926 yılında Muazzez Hanımla evlenen Mehmet Rauf, aynı yıl felçlik geçirerek beş yıl yatalak yaşadıktan sonra 1931’de Cerrahpaşa Hastanesi’nde vefat etti.
“Mehmet Rauf”un Edebi Kişiliği
Servet-i Fünun hikaye ve romanını temsil eden ikinci önemli sanatçı olan Mehmet Rauf, sanatla ilgilenmeye öğrencilik yıllarında başladı. Subay olmasına karşın, mesleğini pek sevmiyor; küçük yaşta okuduğu Ahmet Mithat Efendi’nin romanlarının etkisiyle yazar olmak istiyordu. Önceleri sıradan Fransız romancılarını okurken, sonra bunları bir yana bırakıp, dönemin dünyaca ünlü yazarları olan Alphonse Daudet, Emile Zola, Gustave Flaubert gibi nitelikli Realist romancıları okumaya, öyküler ve makaleler yazmaya başladı. İlk yazılarında “Rauf Vicdani” imzasını kullanan sanatçı, Mekteb-i Bahriyede iken okuduğu Halit Ziya’nın yapıtlarına büyük hayranlık duymuş, yazara yazdığı bir mektupla da bu hayranlığını dile getirmişti. Onu yazmaya asıl özendiren de Halit Ziya’nın İzmir dönemlerinde yayımlanan yapıtları oldu. “Nemide”, “Bir Ölünün Defteri”, “Bir Muhtirarın Son Yaprakları” onun üzerinde etkisi bulunan yapıtlardan bazılarıdır.
Halit Ziya Mehmet Rauf’un Sanatçılığının Şekillenmesinde En Önemli Rolü Oynar
Halit Ziya’nın İzmir’de çıkardığı “Hizmet” gazetesinde sürekli olarak yazmaya başlayan Rauf, Halit Ziya’nın tesirinde kalarak, sanat hayatına hikaye türüyle devam eder. “Düşmüş” hikayesini bu dönemde yazar. Halit Ziya’nın “Hikaye” adlı hikaye tarihi, onun bu konudaki düşüncelerine yön verir.
Mehmet Rauf da Halit Ziya gibi ilk denemelerini, Edebiyat-ı Cedide hareketinden önce yapmıştır. Sanat hayatının ilk yılları hazırlık ve arayış devresi olarak geçti. Realistlere karşı duymuş olduğu derin hayranlık ve bağlılık “Canfeza” adlı eserinin ortaya çıkmasını sağladı.
Halit Ziya’nın 1892’de İstanbul’a taşınmasından sonra iki yazar arasında yakın bir dostluk kuruldu. Garam-ı Şebab adlı romanını 1896’da ikdam gazetesinde yayımladı. Tevfik Fikret ile tanışarak Serveti Fünun Topluluğuna katıldı. Servet-i Fünun’da yayımlanan ilk eserleri “Nekahette” ile “Uzaktan” adlı hikayeleridir. Bu hikayelerin çoğu hasta bir duygusallık ve güzelliğe tutkunluk şeklinde ele alınmıştır. Bunların yanında, yerel çizgiler taşıyan “Küçük Remzi”, “Eyüp Yolunda”, “Fenerci” gibi hikayeleriyle de dikkatleri üzerinde topladı. Döneminde yaygın olan mensur şiire de yönelen sanatçı, mensur şiirlerini “Siyah İncirler” adlı eserinde topladı. Bu sırada Servet-i Fünun’da “Farda-yı Garam” ile “Eylül” adlı romanları tefrika edildi. Sanatının en güçlü ürünü olan ve edebiyat tarihine girerek adından söz ettirmesine vesile olan “Eylül” romanı, yazarın ustalık ve olgunluk dönemi eseri olarak bu devrede ortaya çıktı.
Eylül, Hem Mehmet Rauf İçin Hem de Türk Edebiyatı İçin Bir Dönüm Noktasıdır
“Eylül” romanı, Mehmet Rauf’un edebi kimliğinin dönüm noktası olmasının yanında, Türk romanının da dönüm noktasıdır. Servet-i Fünun öncesi dönemde roman, sosyal bir karakter alma ve tip yaratma gibi iki esas meseleyi hakkıyla temsil edememiş, bu iki mesele içinde birini ötekine feda etmiştir. Bu itibarla roman, teknik bakımdan bir takım kusurları bünyesinde taşımaktaydı. Halit Ziya ile Mehmet Rauf bu kusurları en aza indirmeyi başarmakta önemli adımlar atmışlardır. İşte Mehmet Rauf bu başarısını Eylül’de gerçekleştirmiştir. Eylül insanın ruh dünyasının çözümlemesini yapmada büyük başarı gösterirken, bu başarıyı kişilerin karşılıklı karakter çatışmalarında da göstermiştir. Yani roman tek taraflı olarak insanı almamış, onu çevresi içinde düşünme yoluna gitmiştir. Bu özelliği ile de bizde karakter çatışmasını işleyen ilk roman olarak dikkatleri üstüne toplayan bir eserdir. Eserle ilgili daha ayrıntılı bilgi edinmek için yazımızın son kısmını okuyabilirsiniz.
Mehmet Rauf’un yazar olarak kişiliğinin oluşmasında Servet-i Fünun topluluğunun büyük etkisi oldu. Servet-i Fünun dergisinde yazınsal yapıtlarının yanı sıra roman, öykü, edebi dil gibi konularda düşüncelerini yansıtan makaleler de yayımladı. Makalelerinde Türk romancılarını, romanda hayallere çok yer vermeleri, olayı ön plana almaları nedeniyle eleştirdi. Ona göre romanda asıl olan yazarın hayalleri ve işlenen olay değil, yapıtın edebi bir dili olup olmamasıydı. Romancının, olay anlatımından çok, o olayı yaşayan kişilerin ruhsal durumlarını irdelemeye yönelmesi gerektiğini ileri sürdü.
Mehmet Rauf’un Romanları Servet-i Fünun Hareketinin Genel Anlayışına Uygundur.
Mehmet Rauf’un romanları, bireyin iç dünyasını esas alan konuları ile Servet-i Fünun Hareketinin genel anlayışına daha uygundur. Eserde romantik duyguları, hayalleri, aşkları, tabiatı, toplum hayatının tasvirlerini, ruhun çeşitli çözümlemelerini anlatır. Bu psikolojik içeriğe, “Halas”ta olduğu gibi, bazen yurtseverlik duygularının ve sosyal alandaki Batılılaşma hareketine ait bazı unsurların karıştığı da olur. Fakat Rauf’un romanlarındaki sosyal unsurlar, basit çevre tasviri halinde bile değildir. Esasen sosyal çevreye ve olaya değer vermeksizin, sadece ve bütün kuvveti ile psikolojik içeriğe yönelen bir yazardan bundan fazlası da beklenemez. Temalarının genellikle bireysel bir karakter taşımasına rağmen, romanları içinde psikolojik roman türüne konulabilecek tek eseri Eylül’dür. Rauf’un romanlarında olay, psikolojik içeriğin hacmine uygun olarak bazen basit ve ağır, bazen de karışık ve hareketlidir. Psikolojik içeriğin dar tutulduğu romanlarında (Define, Halas) olayın daha entrikal ve şahıs kadrosunun daha geniş olduğu görülür.
Yazarın, genellikle romantik mizaç taşıyan kahramanları arasında, kadınların bazen sağlam iradeli, nefislerine hakim bir karakter göstermeleri, onları doğallıktan uzaklaştırır ve oldukları gibi görünmeyerek yazarın kendilerinde görmek istediği psikolojik vasıflarla görünürler. Bunun sebebi yazarın gözleme her zaman aynı değeri vermemesi, Halit Ziya’nın kullandığı Realist yönteme aynı derecede bağlı olmamasıdır.
Halit Ziya: “Mehmet Rauf’un Eserleri Kendisinden İzler Taşır.”
Halit Ziya, Mehmet Rauf’un uzun ve kısa hikayelerinin kendi şahsiyetinden izler taşıdığını ifade eder. Onun, kahramanlarına duygu, düşünce ve davranışlarıyla sindiğini söyleyen Halit Ziya, Mehmet Rauf’un eserlerinde görülen aşkların da kendi aşkları olduğunu belirtir. Halit Fahri Ozansoy ise, Mehmet Rauf’’u aşkın, modanın, müzik ve edebiyatın tutsağı olarak görür. Onu, Edebiyat-ı Cedide’nin çapkın mizaçlı romancısı olarak tanımlar. Halit Fahri, onun aşk için yaşadığını, aşk ateşiyle yandığını; gelecek, hayali ve ümitsiz aşkları düşünerek öldüğünü söyler.
Mehmet Rauf’un romanlarında dikkati çeken en büyük eksiklik üsluptaki gevşekliktir. Halit Ziya’dan onu büyük bir farkla ayıran bu gevşeklik, bazen çok basit gramer ve söz dizimi hatalarına kadar gider. Fakat Halit Ziya’nın çok sağlam, süslü ve külfetli üslubu yanında, Mehmet Rauf’un üslubunun bu kırık dökük hali ile birlikte okuyucu için daha az yorucu ve daha sevimli olduğu da bir gerçektir.
Tiyatro ile de ilgilenen Mehmet Rauf, oyunlarında daha çok aşk, kıskançlık, iki aşk arasında bocalama gibi temaları işledi. Halit Ziya’nın “Ferdi ve Şürekası” isimli romanını oyunlaştırdı.
Mehmet Rauf, Servet-i Fünun’daki edebi incelemeleri, özellikle de tenkit konusundaki yazıları ile büyük ilgi gördü. “Tetkikat-ı Edebiye” başlığı altında Batı ve Türk sanatçılarını anlattı.
EYLÜL ROMANI DEĞERLENDİRMESİ
Edebiyatımızda ilk psikolojik roman sayılan “Eylül”, realist romancıların pek sevdiği yasak aşk konusunu işler. Flaubert’in “Madam Bovary” ve Halit Ziya’nın “Aşk-ı Memnu” romanlarında olduğu gibi, Eylül’de de karı-koca-aşık üçgeni vardır.
Romanın konusu basittir. Mutlu bir karı koca olan Süreyya ile Suad’ın yaşamı, günün birinde Süreyya’nın akrabası olan Necib’in aralarına karışmasıyla alt üst olur. Romanda nefes kesen olaylar, entrikalar, şaşırtıcı rastlantılar yoktur. Hareket az, tahlil çoktur. Olaylar çok yavaş gelişir. Yazar bütün roman boyunca, birbirlerini büyük bir aşkla seven Necib’le Suad’ın tereddütlerini, ikilemlerini, vicdan azaplarını, pişmanlıklarını anlatır ve asıl olayı da, onların bu ruhsal çatışmaları oluşturur. Suat’la Necip’in ruh çözümlemelerinden “Eylül” romanı doğar.
Yazar, bu ruhsal çatışmaları işlerken, kahramanlarının iç dünyalarını ön plana almıştır. Realist romanlarda olduğu gibi, kişilerin karakterleri yapıtın başından sonuna değin aynı değildir; değişmeler gösterirler; trajik çatışmalar yaşarlar. Bu çatışmaları anlatırken yazar, Romantiklerde olduğu gibi coşkulu, gelişigüzel bir dil kullanmaktan kaçınarak, edebi bir üst dil yaratmayı amaçlamıştır. Ancak dil estetiğini ararken de, Türkçenin olanaklarını araştırmaktansa, dönemin edebi dili olan Osmanlıcayı kullandığından sıradan okur için zor, anlaşılması güç bir anlatım yaratmıştır. Ayrıntılı betimlemeler, konuşmaların en aza indirgenmesi, eylemden çok, düşüncelerin betimlenmesine önem verilişi, romanın teknik bakımdan olduğu kadar, dil ve anlatım bakımından da Realist bir baş yapıt olmasını sağlamıştır.
Eylül’de Olay Basit, Aksiyon Azdır. Asıl Değerini Psikolojik Tahlillerden Alır
Olayın basitliği ve aksiyonun azlığı, psikolojik içerik bakımından çok yüklü olan Eylül’de son seviyeye yükselmiştir. Bu eserde aynı sebeple şahıs kadrosu da dar tutulmuş ve böylece psikolojik tahlillerin istenilen genişlik ve derinlikte yapabilmesi sağlanmıştır. Eylül’de bu tahlillerin yapılışında kullanılan yöntem kahramanların bir olaydan önceki veya sonraki psikolojik durumlarını açıklamak şeklinde olduğu ve tahlillerin genellikle uzun pasajlar halinde verildikleri için aksiyonun sık sık kesilmesi ile karşılaşılır. Bu yöntem hatası bir yana bırakılacak olunursa, psikolojik tahlillerin son derecede başarılı olduklarını kabul etmek gerekir. Roman, bütün cazibesini bu başarıdan almaktadır.
Eylül’de Batı kültürüyle yetişmiş duygulu ve entelektüel tipler görülür. Bu tipler idealize edilmişlerdir. Hayattan ve gerçekçi unsurlardan uzaktırlar. Eylül, bu görünümüyle devrin alafranga hayat modasına uygunluk gösterir.
Romanda yaşanan hayattan çok, hayal edilmiş bir hayatın izlerini gözleriz. Eserin dekoru ve şahısları, hayali bir özellik gösterir. Bu sebeple canlı ve gerçekçi değillerdir. .
“Mehmet Rauf”un Eserleri
Romanlar
- Garam-ı Şebab ( Gençlik Aşkı 1896)
- Ferda-yı Garam
- Eylül(1900)
- Serab (1909)
- Genç Kız Kalbi(1912)
- Menekşe(1913)
- Yara (1921)
- Karanfil ve Yasemin(1924)
- Böğürtlen(1926)
- Son Yıldız(1927)
- Tanımla (1927)
- Kan Damlası (1928)
- Halas (1929)
Öyküler
- Âşıkâne (1909)
- İhtizar (1909)
- Son Emel(1913)
- Hanımlar Arasında(1914)
- Bir Aşkın Tarihi(1914)
- Kadın İsterse(1919)
- Üç Hikâye(1919)
- Eski Aşk Geceleri (1927)
- Aşk Kadını (1923)
- Pervaneler Gibi(1920)
- Gözlerin Aşkı(1924)
- Safo ve Karmen (1920)
- İlk Temas İlk Zevk (1922)
- Mazide Bir Günah (1920)
Mensur Şiir
- Siyah İnciler (1901)
Tiyatrolar
- Pençe(1917)
- Cidal (1911)
- Sansar (1920)