SERVET-İ FÜNUN EDEBİYATI (EDEBİYATI CEDİDE) 1896-1901
Servet-i Fünun edebiyatı dönemi, edebiyatımız ve düşünce hayatımıza önemli etkileri olmuş bir dönemdir. Edebiyat tarihimizde Batılı anlamda bir ekol, bir mektep karakteri gösteren yegane topluluk Servet-i Fünun topluluğudur.
Edebiyat-ı Cedide 1896- 1901 yılları arasında “Servet-i Fünun” dergisi etrafında toplanan yenilik yolundaki sanatçıların oluşturdukları bir edebi hareketin adıdır. Derginin topluluğa adını vermesi, Servet-i Fünun topluluğunun Fransa’daki “Parnas” dergisi etrafında toplanan Parnasyenlerle benzer yönüdür.
Servet-i Fünuncular kendilerine yazılarında “Edebiyat-ı Cedide” (yeni edebiyat anlamına gelmektedir) demekte ve kendilerini Tanzimat’tan beri meydana getirilen edebiyatın devamı olarak görmektedirler. Bu açıdan bakıldığında hareketin başlangıcı Tanzimat’ın ikinci dönemine rastlar. Özellikle Recaizade’nin bu topluluğun oluşmasında büyük payı vardır.
Servet-i Fünun topluluğunun edebi çalışmalarına geçmeden önce, 1896’ya kadar ülkenin içinde bulunduğu durumu ana çizgileriyle gözden geçirmekte yarar vardır. 19. yüzyıl Avrupa’nın Osmanlı İmparatorluğu’nu siyasal ve ekonomik yönden kıskaca aldığı bir yüzyıldır. Azınlıklar, İmparatorluk içinde bağımsızlık hareketlerini başlatmışlar, başarısız savaşlar sonunda yapılan anlaşmalarla çeşitli azınlıklar bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi. Ülkede siyasal çöküntünün yanı sıra ekonomik krizler de yaşanmış, dışa bağımlı bir hale gelinmişti. Yabancı ülkeler alacaklarını “Düyun-ı Umumiye” diye bilinen kurum aracılığıyla tahsil etmek için devletin bir kısım vergi gelirine el koymuşlardı. “93 Harbi”yle birlikte gelen ağır yenilgi ile de ülke iyiden iyiye çöküş sürecine girmiş bulunuyordu.
Sultan Abdülhamit bu durumu gerekçe göstererek “Meclis-i Mebusan”ı kapatmış ve ülkede yoğun bir baskı rejimi başlatmıştı. Padişahın bu tutumunu eleştiren aydın kesim onun gazabına uğramaktan Avrupa’ya kaçarak kurtulmuştu. Amcası Sultan Abdülaziz ve kardeşi Sultan Murat’ın tahttan indirilmesi, Abdülhamit’i de huzursuz etmişti. Otuz yıllık saltanatı boyunca içte ve dışta bu huzursuzlukla hüküm süren Abdülhamit’e göre otoriter davranmak kaçınılmaz olmuştu. Bu sebeple Abdülhamit kendisine karşı hareketleri haber almakla görevli geniş bir hafiye örgütü kurmuş ve jurnalciliği meşrulaştırmıştı. Ayrıca basın üzerinde yoğun bir sansür bulunuyordu. Bu döneme “İstibdat Dönemi” adı verilmiştir.
Ülkenin siyasi ve sosyal durumu bu şekilde iken böylesine bir çıkmaza girmişken 1889 yılında kurulan İttihat ve Terakki Cemiyeti gibi kuruluşlar Abdülhamit’i düşürmeyi ve yönetimi ele geçirmeyi amaçlamışlardı. Bu durum Padişah ile Cemiyet arasında uzun süreli bir mücadeleye sebep olmuş; ülke fikri, siyasi ve edebi anlamda hızlı değişimlere, yenilenme ve ihtilal faaliyetlerine sahne olmuştur.
Böyle bir ortamda dönemin sanatçılarından sağlıklı edebi ürünler vermeleri beklenemezdi. Her an sürgün edilme, tutuklanma endişesinde olan aydınlar ister istemez yazdıklarına dikkat ediyorlar ve bu baskı uygulaması eserlerinin oluşumunu da olumsuz yönde etkiliyordu. İstanbul’un hatta evlerinin dışına çıkmalarına izin verilmeyen sanatçılar, “İstibdat” yönetimi karşısında sinmişler ve varlık gösterememişlerdi. Bundan ötürü de toplumsal konulara yönelememişler, kişisel duygular ve hayali konular üzerinde derinleşmişlerdi.
Bu karmaşa ortamında edebiyatımızda Tanzimat döneminde başlayan modernleşme hareketini devam ettirmek üzere bir araya gelen Edebiyat-ı Cedideciler, işin teorisini yapmakla kalmayarak görüşleri ve estetik zevkleri doğrultusunda modern eserler verdiler. Çocukluk yılları, Türkçe eserler ve Tanzimat devri yazarlarını okumakla geçmişti. Fakat yaptıkları düzenli okul öğrenimi ve öğrendikleri Fransızca sayesinde kendilerini Batılı eserlerin etkilerine kaptırmakta gecikmediler. Zaten onları bir araya getiren temel nokta edebi anlayışlarındaki bu zevk ortaklığıdır.
Servet-i Fünun edebiyatı ya da diğer bir deyişle Edebiyat-ı Cedide, Türk edebiyatında 1860’tan beri devam eden Doğu-Batı mücadelesinin kesin sonucunu Batı edebiyatının lehine tayin etmiştir. Çok yoğun ve dinamik çalışmalarla geçen bu kısacık safhanın sonunda Türk edebiyatı, gerek zihniyet, gerek temalar ve gerekse teknik bakımdan Avrupai bir görünüm kazanmıştır.
Servet-i Fünun Dergisi
Kelime anlamı olarak “bilimlerin zenginliği” anlamına gelen “Servet-i Fünun” dergisi, 27 Mart 1891 tarihinde Ahmet İhsan (Tokgöz) tarafından esasen bir bilim dergisi olarak çıkarılmaya başlanmıştı. Dergide popüler fen ve sağlık bilgileri Avrupa’da yapılan bilimsel keşiflerin haberleri yer almaktaydı. Ayrıca Recaizade Ekrem’in Galatasaray’dan öğrencisi olan Ahmet İhsan, Fransızca’dan tercüme ettiği bazı romanları dergide tefrika ediyordu. Dergi o zamana kadar bir bilim dergisi görünümündeydi. Edebiyatımızda eski yeni çekişmesi tüm hızıyla sürerken 1895 yılında Hasan Asaf isimli bir şair, Malumat dergisinde aşağıdaki beyti yayımladı:
“Zerre-i nurundan iken muhtebes
Mihr ü mehe bakmak abes”
Bu beytin yayımlanmasından sonra eski ve yeni taraftarları arasında bir de kafiye tartışması başladı. Bu tartışmanın sebebi; o zamana kadar Arapça harflerin benzerliğinden oluşan kafiye (göz için kafiye) kullanılırken, bu şiirde farklı harflerle yazılan ama kulağa aynı gelen seslerin benzerliğinden oluşan kafiye (kulak için kafiye) kullanılmış olmasıydı. Biraz daha açmak gerekirse Arap harfleriyle yazıldığında “muhtebes” kelimesinin son harfi “س (sin)” iken, abes kelimesinin sın harfi “ث (se)” idi. Eski edebiyat taraftarları buna karşı çıkarak kafiyenin göz için olması gerektiğini savundular. Yeni edebiyat taraftarları ise sesin kulağa aynı geldiğini, bu nedenle bu şekilde de kafiye yapılabileceğini savundular. Ayrıca “Malumat dergisinin Recaizade’nin “Samsa” adlı hikayesini izinsiz yayımlaması gerginliği doruğa çıkardı.
Bunun üzerine Recaizade Ekrem, yeni edebiyat taraftarları arasındaki nüfuzunu kullanarak Servet-i Fünun dergisinin başına Tevfik Fikret’in geçmesini ve yeni edebiyat taraftarı olan Halit Ziya, Cenap Şahabettin, Hüseyin Siret, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit, Ali Ekrem, Ahmet Raşit, Süleyman Nazif, Ahmet Suveyla, Hüseyin Suat, Faik Ali ve Ahmet Hikmet gibi sanatçıların bu dergi etrafında toplanmalarını sağladı. Bu tarihten sonra dergi bir edebiyat dergisine dönüştü. Böylece edebiyatımızda Batılı anlamda ilk edebiyat akımı olan “Servet-i Fünun Edebi Topluluğu” oluşarak tek tek zayıf çıkan yeni edebiyat sanatçılarının sesi birleşti ve çekişme yeni edebiyat lehine sonuçlanmış oldu.
Dergide yazan gençler Fransızcayı iyi biliyor, Fransızca eserleri okuyor, Batıdan çeşitli tercümeler yapıyorlardı. Bu yıllarda Fransa’da Klasisizmin ve Romantizmin etkisi ortadan kalkmış olup yerlerini Realizm ve Naturalizm akımlarına bırakmışlardı. Şiirde ise Parnasyenler ve onlara tepki olarak da Sembolistler vardı. Servet-i Fünuncular, bu kapsamda Fransız edebiyatını çok iyi tanımışlar ve etkilenmişlerdir.
Eski geleneğin takipçileri Servet-i Fünun şiirine ve sanat anlayışına karşı çıkarlar. Özellikle Ahmet Mithat, kullandıkları terkipleri yapay bulur. Fransız şiirinden aldıkları hayalleri eleştirir ve topluluğu Dekadanlıkla suçlar. Dekanlık suçlaması onlarda karşı bir tepki oluşturur ve doğru yolda oldukları konusundaki kuvvetli inançlarıyla şiirde, romanda ve hikayede başarılı örnekler verirler.
Edebiyattaki çekişmenin Batı taraftarları lehine sonuçlanması ve onlara karşı yapılan muhalefetin zayıflaması, aralarındaki anlaşmazlıkların gün yüzüne çıkmasına neden oldu. Zaten sanat anlayışında birleşmekle beraber, bunların uygulanmasında öteden beridir aralarında bazı görüş ayrılıkları vardı. Ayrıca karakter ve mizaç ayrılıklarından doğan bazı gizli anlaşmazlıkların varlığı da biliniyordu. Bu anlaşmazlıklar, dışarıya karşı birlik görünmek ve parçalanmamak zarureti ile uzun süre açığa vurulmadı. Fakat dış muhalefet artık tehlikeli olmaktan çıkınca, vaktiyle başkalarına karşı kabul etmedikleri hatalarını kendi kendilerine düzeltmek için öz denetime girmekte bir mahsur görmediler. Ancak bu durum beraberinde anlaşmazlıkları ve kopmaları da getirdi.
“Servet-i Fünun Edebi Hareketi” beş yıl gibi kısa bir süre içinde hem oluşma, hem gelişme, hem de kendilerini kabul ettirme konusunda büyük bir başarı gösterdi. Bu sürede edebiyatımızın yenileştirilmesi için cesur adımlar atıldı, Türk edebiyatında nesir ve nazım gözle görülür ölçüde değişti, yenilendi ve azımsanamayacak kadar eser verildi. Böylelikle toplulukta yer alan sanatçılardan her biri, sanat hayatının temel felsefesini bu sürede kazanmış oldu. Sanatçılar, topluluk dağıldıktan sonra da bu anlayışı devam ettirmekte ve savunmaktan geri kalmadılar. Fakat hep bireysel hayallerin ve duyguların, en çok da “aşk”ın işlenmesi, siyasi şartların baskısından ileri gelen cansızlık, melankoli ve sosyal hayattan kopukluk, dildeki sunilik ve bundan doğan anlam kapalılığı bir müddet sonra konu darlığına ve kendilerini tekrar etmelerine sebep olmuştur.
Tevfik Fikret’in dergiden ayrılması üzerine derginin başyazarlığını üstlenen Hüseyin Cahit’in 1901’de yazdığı “Edebiyat ve Hukuk” adlı makalede 1875 (Fransız İhtilali) tarihini anması üzerine dergi altı hafta boyunca kapatıldı. Cezanın tamamlanmasının ardından tekrar yayımlanmaya başladı fakat Servet-i Fünun topluluğunun temsilcilerini bir daha toplamak mümkün olmadı. Dergi yayın hayatına bir bilim dergisi olarak devam etti. Derginin Bir edebiyat dergisi görünümü sunduğu 1895-1901 yılları arasındaki zamanda geçirmiş olduğu değişimle 20. yüzyılın daha ilk yılında tamamıyla Avrupai görünümde bir Türk edebiyatı kurulmuş bulunuyordu.
Servet-i Fünun ve Tanzimat Edebiyatlarının Karşılaştırılması
Dönemin daha iyi anlaşılabilmesi için Tanzimat Dönemi edebiyatı ile Servet-i Fünun edebiyatının karşılaştırılarak incelenmesinde yarar vardır.
Tanzimat Edebiyatı İle Servet-i Fünun Edebiyatının Farkları
- Tanzimat sanatçılarının çoğu üst tabakadan gelme ve yüksek memurluklar yapmış (siyasete yakın) kişiler iken Servet-i Fünuncuların çoğu orta tabakadan gelmektedir. Siyasete karışmaz, karışmış olsalar bile açığa vurmazlar.
- Tanzimatçıların çoğu düzenli tahsil görmemiş Fransızcayı orta yaşlarında ve çoğu tesadüfle öğrenmiş otoriter kişiler iken Servet-i Fünuncular Tanzimat Döneminde açılan Batı tarzı okullarda yetişmiş kimselerdir. Bunlar Fransızcayı küçükken öğrenip Batı edebiyatını genç yaşta tanımak şansını bulmuşlardır. Bu yüzden klasisizm, romantizm gibi akımları aşarak kendi çağlarındaki Fransız edebiyatı akımları olan sembolizm, parnasizm, realizm gibi akımlarla ilgi kurabilmişlerdir.
- Tanzimat sanatçılarının Doğu kültürleri kuvvetli, Batı kültürleri yetersizdir. Bundan dolayı Batılılaşmak istiyorlar, fakat eski edebiyatımızdan ve Doğu kültüründen kopamıyorlardı. Özellikle Tanzimatın ilk döneminde şairler içerik olarak Batı tarzında eserler verse de halen divan edebiyatının nazım şekillerini kullanıyorlardı. Bununla beraber düz yazıda şekil olarak Batı edebiyatının türleri ve kuralları kullanılırken içerikte Doğu kültüründen yararlanılmıştır. Görüldüğü gibi Tanzimatçıların eserlerinde ikilikler bulunuyordu. Ancak Doğu kültüründen kopamamaları toplumun onları daha kolay benimsemesini sağladı. Servet-i Fünun sanatçılarının ise Doğu kültürleri zayıftı. Hamit ve Ekrem’in telkinleriyle eski edebiyat zevkinden büsbütün kopmuşlardı. Dolayısıyla, Batı örneklerine sımsıkı bağlandılar. Ahmet Mithat, Ahmet Rasim, Muallim Naci gibi edebiyatçıları çok yadırgadılar. Onlardaki bu sınırsız Batı kültürü bağlılığı 1911’den sonra “Milli Edebiyat” mensuplarınca da eleştirilmelerine neden olmuştur.
- Tanzimatçılar her türde eser verme çabası gösteren çok yönlü sanatçılardır. Servet-i Fünuncular ise tek türde iyi eser vermeye çalışarak sanatı ön planda tutmuşlardır.
- Tanzimat sanatçıları daha çok gazete sütunlarında sanatlarını icra ederken 1880’den sonra dergilerin çoğalması üzerine Servet-i Fünun sanatçılarının çalışmaları dergilere kaymıştı.
Tanzimat Edebiyatı İle Servet-i Fünun Edebiyatının Ortak Yönleri
Her edebiyat ister istemez bir süreklilik halindedir. Bir öncekine tepki olarak doğan akımlar bile ondan bazı izler taşırlar. Nitekim Tanzimat’ın özellikle ilk dönem sanatçıları o kadar istedikleri halde divan şiirinden büsbütün kopamadılar. Beyit ve şiirlerinde eski mazmunları kullanmaya devam ettiler. Bu sebeple Servet-i Fünun sanatçıları ile Tanzimat’ın ikinci dönem şairleri arasında bazı ortak yönler bulunur.
- Abdülhak Hamit, Servet-i Fünun sanatçılarının hayran olduğu bir şairdir. Onlar Hamit’in biçim ve içerikte yapmış olduğu yenilikleri izleyip genişletmişlerdir. Toplumsal konuları bir kenara bırakarak kendi bireysel üzüntülerine ve tabiata yakınlaşmak; görülmedik temalar ve mecazlar kullanmak; çok süslü ve şairane bir nesir kurmak bakımından bu neslin örneği Hamit’tir.
- Recaizade Ekrem, Servet-i Fünun’un oluşumunda etkili olduğu gibi eserleri ile de onları etkilemiştir. “Talim-i Edebiyat” adlı eserinde ortaya koyduğu kurallar Servet-i Fünuncular tarafından bağlılıkla benimsenmiştir.
- Ekrem’e göre “Nasıl ki her vezinli ve kafiyeli metin şiir değilse, her şiir de illa vezinli ve kafiyeli olmak zorunda değildir.” Bu ilke Servet-i Fünuncular tarafından benimsenerek “nazmın nesre yaklaşması”na sebep olmuştur.
- Ekrem ve Hamit’in Servet-i Fünunculara önemli bir etkisi de şiirlerinde görülen ızdırap havasıdır. Her iki şair de yaratılışlarından ve özel hayatlarından gelen sebeplerle kendi his ve hayal dünyalarına ve en yakın çevrelerinin ızdıraplarına yöneldiler. Böylece şiire hüzünlü aşk duygularından sonra aile hayatına bağlı acıklı olaylar da karışmış oldu. Bu temaları, aynen Servet-i Fünuncularda da görmek mümkündür. Özellikle Ekrem, bahtsız bir baba ve içli bir insan olması sebebiyle bu nesildeki ağlamaklı melankolinin başlıca sorumlusudur.
Bu bilgileri düzenli bir şekilde bizlerle paylaştığınız için çok teşekkür ederiz, emeğinize sağlık