“İstiklal Marşı”nın Serüveni
İstiklal Marşı’nın insanları bu kadar etkilemesinin sebebi nedir? İstiklal Marşı hangi koşullar içinde yazıldı? Bu kadar güçlü anlamsal değeri olan satırlar nasıl milli marş olarak kabul edildi? Bunları anlamak için o günlere dönüp dönemin koşullarını iyi çözümlemek gerekir.
Milli Marş Nedir?
Bazı notalar bir araya geldiklerinde bir millet için çok önemli anlamlar içeren melodileri oluşturabilirler. Öyle ki, bazen bu notalar milletin koltuklarının kabarmasını sağlarken, bazen de ortak hüzünlerin ifadesi olarak milletin gözünde bir damlaya dönüşürler. İşte bir milleti topyekun etkileyen bu notaların ve sözlerin bir araya gelmesiyle oluşan müzik parçalarına biz ulusal ya da milli marş diyoruz.
Türkler, tarihleri boyunca çok güzel marşlar bestelemişlerdir. Ancak 99 yıl önce bugünlerde öyle bir marş yazıldı ki, o zamana kadar yazılmış tüm marşlar onun gölgesinde kaldı. Çünkü onun yazılışındaki ruh ve maneviyat o zamana kadar yazılmış olan marşlardan çok farklıydı. Bahsettiğim bu marş, 12 Mart 1921’de tarihinde kabul edilmişti. Evet İstiklal Marşı’ndan söz ediyorum!
Günümüzde bağımsız olarak varlığını sürdüren her devletin bir ulusal marşı bulunuyor. Bu marşların pek azı, müzikalite ve edebi bakımdan insanları İstiklal Marşı kadar etkiler. Bunu taraflı bir gözle değerlendirdiğim için söylemiyorum. Zaten bunu bir tek ben söylemiyorum. Milli takımlarımızın maçlarının olduğu günlerde sosyal medyada da görebileceğiniz üzere Türk olmayan binlerce insan İstiklal Marşı’nın üzerlerinde bıraktığı etkiyi söze dökmek zorunda hissederler kendilerini. O zaman, İstiklal Marşı’nın insanları bu kadar etkilemesinin sebebi nedir? Bu sorunun cevabı, İstiklal Marşı’nın hangi koşullar içinde yazıldığında saklı. Peki, İstiklal Marşı’nın ortaya çıkmasını sağlayan koşullar nelerdi? Bu kadar güçlü anlamsal değeri olan satırlar nasıl yazıldı ve nasıl milli marş olarak kabul edildi? Bunları anlamak için o günlere dönüp dönemin koşullarını iyi çözümlemek gerekir.
İstiklal Marşı’mıza detaylı bir şekilde döneceğiz. Ama öncelikle milli marş kavramı ne zaman ortaya çıktı? İlk milli marş hangisiydi? İstiklal Marşı yokken nasıl bir milli marşımız vardı? Bunları hızlıca bir öğrenelim.
Milli Marş Kavramı Nasıl Ortaya Çıktı?
İlk ulusal marşın 1740 yılında İngiliz ulusal marşı olarak kabul “God Save The Queen” yani Tanrı kraliçeyi korusun adlı marş olduğu söylenir. Yani resmi ulusal marş kavramı 18. yy’da ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte, müziğin milli marşlara benzer işlevlerle kullanılması çok daha eskilere dayanmaktadır. Milli marş benzeri ilk örnekler eski uygarlıklarda düşmanı korkutup kaçırmak için çalınan davullardan, haykırılan sözlerden ve dans figürlerinden oluşuyordu. Türklerde bu amaçla müziğin ve dansın kullanılması iki bin beş yüz yıl öncesine, yani Büyük Hun İmparatorluğu dönemine kadar dayanır. Dünya üzerinde ilk düzenli orduyu da kurmuş olan Hun Devleti, Türk soylu devletler içinde milli marş benzeri müzik parçaları kullanan ilk devlettir. Milli marş benzeri diyorum, çünkü bunlar esasen resmi olarak kabul edilen milli marşlar değildirler. 14. Yüzyılda Sultan 1. Murat zamanında kurulan Mehter Ocağı’nın kurulması, dünyada marş kavramına yepyeni bir bakış açısı getirmiştir. Askerin moral ve cesaretini artırmak için kurulan bu askeri bando, dünyanın en eski askeri bandolarından biridir ve Avrupalı ünlü müzisyenleri bile etkisi altına alan marşlar oluşturmuştur. 1826 yılında Sultan 2. Mahmut döneminde Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla birlikte Mehter Ocağı’nın kapısına da kilit vurulur.
İstiklal Marşı Henüz Yokken Milli Marşımız Var Mıydı?
Batıda devlet için bestelenen resmi milli marşlar, başka devletler tarafından da benimsenince, Sultan 2. Mahmut, tarihimizdeki ilk resmi milli marşı İtalyan Donizetti Kardeşler’e besteletir. Mahmudiye Marşı adı verilen bu marştan sonra Abdülmecit ve Abdülaziz dönemlerinde de benzer tarzda marşlar bestelenir. 2. Abdülhamit ise tamamen Batılı tarzda bestelenen bu marşların dışına çıkarak kendisi için daha alaturka bir tarza sahip olan bir marş besteletmiştir. Özellikle 2. Abdülhamit için bestelenen marş müzikalite bakımızdan çoğu devletin milli marşından daha güzel olsa da bu marşlar doğrudan padişaha atıfta bulunduklarından halk nezdinde istenen etkiyi gösterememiş, ulusal coşkuyu kabartmakta yeterli olamamışlardır.
İstiklal Marşı Nasıl Bir Dönemde Yazıldı?
1918’de sona eren Birinci Dünya Savaşı’nı kaybedince yurdumuzun neredeyse tamamı Avrupalı işgalci devletler tarafından işgal edilmişti. Bunun üzerine Türk milleti Mustafa Kemal önderliğinde yeniden tertiplenip bağımsızlığını tekrar kazanmak için bir kurtuluş mücadelesine girişmişti. İşte bu Kurtuluş Savaşı sırasında cepheden cepheye koşarak askere moral vermeye çalışan İrşat Heyeti’ne mensup üyeler, Batı cephesinde o dönemin Genel Kurmay Başkanı olan İsmet Paşa ile görüşerek, halkın ve askerin maneviyatını yüceltecek bir milli marşın yazılması konusunu gündeme getirdiler. Ayrıca bu sırada Ankara hükumeti de zaten yeni kurulmuştu ve bu yeni hükumetin yabancı devletlerle olan ilişkileri de milli marş ihtiyacını güçlendirmekteydi. İsmet Paşa, İrşat Heyeti’nden gelen bu isteği hükumetle paylaşınca bu fikir hükumet tarafından da benimsendi. Bunun üzerine Milli Eğitim Bakanlığı 1920 yılının sonlarında Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde ilana çıkarak 500 altın ödüllü bir “milli marş yarışması” yapılacağını duyurdu.
Yarışmaya katılan şairler eserlerini TBMM’ye göndermeye başladılar. Tam 724 eser gelir. Uzun değerlendirmeler sonucu eser sayısı altıya indirilir. Fakat hepsinde eksik bir şeyler vardır, yansıtılmak istenen düşünceyi tam anlamıyla yansıtamamaktadırlar. Bu yüzden bu eserlerden hiçbiri meclisin tam olarak içine sinmez.
Bu arada büyük umutlarla Mehmet Akif’in de yarışmaya katılması bekleniyordu. Çünkü Akif daha önce yazmış olduğu Çanakkale Şehitlerine adlı destanıyla Çanakkale Savaşı’nı öyle güzel bir şekilde şiire dökmüştü ki, Kurtuluş Savaşı’nı da anlatsa anlatsa Akif anlatır diye bir düşünce oluşmuştu mecliste. Ancak Mehmet Akif’ten beklenen katılım bir türlü gelmemişti. O sıralarda Kastamonu’da bulunan Mehmet Akif ile görüşen Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey, Mehmet Akif’in yarışmaya sonunda ödül olduğu için katılmadığını öğrenir. Çünkü Mehmet Akif’e göre bir milletin bağımsızlığının sembolü olacak ve o milleti temsil edecek bir eser, para ile yazılamazdı.
Gerçek Bir Vatan Şairi: “Mehmet Akif”!
Bunun üzerine araya Akif’in samimi arkadaşı olan milletvekili Hasan Basri Bey girer. Yarışmayı kendisinin kazanması durumunda ödülün bir hayır kurumuna bağışlanabileceğini söyleyerek Mehmet Akif’i ikna eder. Peki, o dönemde atmış iki buçuk milletvekili maaşına denk olan bu parayı elinin tersiyle iten Mehmet Akif çok mu zengindi? Elbette hayır. Ona bu kadar büyük parayı elinin tersiyle ittiren şey maddi zenginliği değil, manevi zenginliğiydi. O, yarışma sonucunun açıklanacağı törene bile arkadaşından aldığı ödünç palto ile katılacak kadar fakir, milleti adına yazdığı şiir için milletinin parasını almayacak kadar da asil bir şahsiyetti. Eee, “Vatan Şairi” payesine sahip olmak kolay değil. Bu sıfata sahip olabilmek için insanda böyle meziyetler olmalı.
Israrlar üzerine yarışmaya katılmaya karar veren Mehmet Akif, Ankara’da ikametgâh olarak seçtiği Taceddin Dergâhına yerleşerek eserini yazmaya koyulur. Şiirini o sırada istiklal, yani bağımsızlık savaşı vermekte olan Türk ordusuna hitaben yazar ve adını da “İstiklal Marşı” koyar. O günlerde şairin odasındaki lambanın sabahlara kadar sönmediği söylenir.
Mehmet Akif’in yazmış olduğu bu şiir diğer altı şiirle birlikte 1 Mart 1921 günü Mustafa Kemal’in başkanlığını yaptığı Meclis oturumunda değerlendirilmeye başlanır. (Bu arada diğer altı şiiri de buraya tıklayarak okuyabilirsiniz.) Günler süren ayrıntılı değerlendirmelerden sonra 12 Mart 1921 günü yapılan meclis oturumunda sonuç açıklanır. Yarışmayı kazanan eser Mehmet Akif Bey’in yazdığı İstiklal Marşı’dır. Eser ilk olarak Meclis kürsüsünde Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi tarafından okunur. Milletvekilleri tarafından dakikalarca ayakta alkışlanan ve birkaç kez daha okunan eser, artık Türk Milletinin bağımsızlığının sembolü ve milli marşı olarak kabul edilmiştir.
İstiklal Marşı’nın Bestesi Nasıl Seçildi?
Evet, artık Türk milletinin gururla söyleyebileceği bir marşı vardır. Fakat güftesi yani sözleri hazır olan bu marşa bir de beste gereklidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi beste seçimi için de 1922 yılında bir yarışma düzenler. Bu yarışmaya da 24 besteci katılır ancak yarışma sonuçlandırılamaz. Çünkü yarışmayı değerlendirecek olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, o günlerde şiddetini daha da artıran Kurtuluş Savaşı’na odaklanmıştır. Yarışmanın kazananı belli olmayınca yurdun farklı bölgelerinde yarışmaya katılan farklı besteler benimsenmeye başlar. Örneğin Edirne’de Ahmet Yekta Madran’ın, İzmir’de İsmail Zühtü’nün bestesi; İstanbul’da ise Rumeli yakasında Mehmet Zati Arca’nın bestesi, Anadolu yakasında Ali Rıfat Çağatay’ın bestesi benimsenmişti. Bu karışıklığa son vermek için 1924’te toplanan seçici kurul, Ali Rıfat Çağatay’ın bestesini kabul etti. 1930 yılına kadar kullanılan bu beste çok alaturka bir tarza sahipti ve marşın işlevini tam olarak yerine getiremiyordu. Bu yüzden 1930 yılında değiştirilerek ve yerine dönemin Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Şefi olan Osman Zeki Üngör’ün daha epik ve daha Batılı bir tarzda bestelediği günümüzde hala kullanılan beste İstiklal Marşı’nın resmi bestesi olarak kabul edildi.
İstiklal Marşımızın ilk dokuz kıtası dörtlüklerden, son bendi ise beşlikten oluşur ve protokol gereği yalnızca ilk iki kıtası beste ile söylenir. Özellikle ilk kıtasında “larda yüzen al sancak”, “tüten en son ocak o be” gibi iki müzikal cümle arasında bölünen kelimelerde prozodi hataları görülebilmektedir. Cemal Reşit Rey’in Osman Zeki Üngör’den aktardığı bilgiye göre bunu sebebi, Osman Zeki Bey’in 1922 yılında bu besteyi aslında başka bir güfte için yani başka bir söz üzerine bestelemiş olmasıdır. Ancak bu küçük hatalar İstiklal Marşı’nın milletimizin gönlündeki yerini değiştirmez. Biz onu öyle de benimsedik ve öyle de çok sevdik. 12 Mart’ın yaklaştığı bu günlerde İstiklal Marşı’mızın kabulünü kutluyor ve bu güzel eserin şairi Mehmet Akif Ersoy’u saygı ile anıyoruz.