Mehmet Emin Yurdakul Hayatı, Edebi Kişiliği ve Eserleri

mehmet emin yurdakul hayatı eserleri ve edebi kişiliği

MEHMET EMİN YURDAKUL (1869-1944)

mehmet emin yurdakul hayatı eserleri ve edebi kişiliğiBu yazımızda “Mehmet Emin Yurdakul”un hayatı, edebi kişiliği ve eserleri üzerine detaylı bilgiler verilmektedir. Yazımızı okuyarak “Mehmet Emin Yurdakul kimdir?” sorusunun cevabını bulabilirsiniz.

“Mehmet Emin Yurdakul”un Hayatı

Mehmet Emin, 13 Mayıs 1869’da İstanbul, Beşiktaş’ta dünyaya gelir. Babası bir balıkçı kayığı reisi olan Salih Reis, anası da Edirne yöresinden İstanbul’a gelmiş köylü bir ailenin kızı olan Emine Hanım’dır. Mehmet Emin, böyle orta halli bir ailenin çocuğu olarak büyür. Yedi sekiz yaşında Saray Mektebi denilen Sıbyan Mektebinde ilk öğrenimine başlar. Üç yıl sonra, Beşiktaş Askeri Rüştiyesine girer. Burayı bitirince Mülkiye İdadisine yazılır. On sekiz yaşında İdadiden kendi isteğiyle ayrılırak Babıali Sadaret (Başkanlık) Dairesi Evrak Odasında katip olarak işe başlar (1887). On dokuz yaşında Şebinkarahisar’dan Müzeyyen (Dilber) Hanım ile evlenir (1888). Bu evlilikten Halim, Hüseyin Ertuğrul, Adil Oğuz adlarında üç erkek ve Mebrüke adında bir kız çocuğu olur. 1891 yılında Hukuk Mektebine giren Mehmet Emin Amerika’ya gitmek isteğine kapılır. Bu sebeple İngilizce öğrenmek ister. Ancak kendisine yardımcı olacak olan Madam Mot’un ölümü üzerine bu düşünceleri gerçekleşmez. Hukuk Mektebini de bırakarak yirmi bir yaşında okulla olan ilişkisini keser.

Mehmet Emin, Hukuk Mektebine devam ederken, Münif Paşa’nın edebiyat, hikmet-i hukuk ve vahdet-i hukuk dersleri ilgisini çeker.  “Fazilet ve Asalet” adlı mensur risalesini bu devrede yazar (1890). Eser, Sadrazam Cevdet Paşa’ya sunulur. Paşa, hoşuna giden bu eserden dolayı Mehmet Emin’i Rüsümat (Gümrük) Emini Hasan Fehmi Paşa’ya tavsiye eder. Bu sayede 1890’da Rüsumat Emaneti Tahrirat Kalemi Müseyyitliğine tayin edilir. 1893 Yılında Rüsumat Evrak Müdürü olur. Bu görevinde on dört yıl kalır. Ayrıca bu göreve geldikten sonra tanınmaya da başlar.

Mehmet Emin, 2. Meşrutiyet öncesinde Genç Türkler’e yakınlık duyar. Bu sebeple 1907’de İttihat ve Terakki Partisi’ne girer. 1911’de Türk Yurdu Cemiyeti’nin, 1912’de de Türk Ocağı’nın kurucuları arasında yer alır. Türk Yurdu dergisinin yönetimini üstlenir. Türkçülük ve milliyetçilik görüşlerinde direnmesi nedeniyle 1911’de Erzurum’a vali olarak gönderilince Türk Yurdu dergisinin imtiyazını Akçuraoğlu Yusuf Bey’e bırakır. 1912’de emekliye ayrılır; 1913’de Musul milletvekili olarak meclise girer.

1919 yılında, arkadaşlarıyla birlikte Milli Türk Fırkasını kuran Mehmet Emin, 1921’de ülkenin içinde bulunduğu kötü durum nedeniyle Ankara’ya gelir.

Atatürk’ün yakın çevresinde yerini alarak Kurtuluş Savaşı sırasında Antalya, Adana ve İzmir gibi illerimizde dolaşır ve ateşli konuşmalarıyla Milli Mücadele’ye destek sağlamaya çalışır. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adına adaylığını koyarak 5 Temmuz 1923’de Şarkikarahisar’dan milletvekili seçilir.

Milli Eğitim ve Anayasa Komisyonları’nda da görevler yapan sanatçı, 3. Dönem Milletvekili seçimlerinde yine Şarkikarahisar’dan milletvekili seçilerek meclise girer. 1930 yılında kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın  yönetim kurulunda görev alır. Dördüncü, beşinci ve altıncı dönemlerde Urfa milletvekili olarak görev yapar. 1943 yerel seçimlerde İstanbul’dan milletvekili seçilir. 26 Haziran 1943 cumartesi günü 75. yaş gününde Eminönü Halkevi’nde onuruna bir jübile düzenlenir.

1941 yılında kitapları ile birlikte evinin yanması ve 1943’de  eşinin ölmesi, Mehmet Emin’i çok üzer. Bu yüzden sağlığı bozulan sanatçı. 14 ocak 1944’de 75 yaşında iken vefat eder. Mezarı Balmumcu’daki Asri Mezarlık’ta bulunmaktadır.

Mehmet Emin orta boylu, şişmana yakın, tıknaz, geniş omuzlu, beyaz tenli, geniş ve açık alınlı, muntazam burunlu, nurani yüzlü, açık yeşil gözlü, kumral sakallıdır. Güler yüzlü, tatlı sözlü ve açık yüreklidir. Son derece mültefit, samimi, mütevazı ve duyarlı bir insan olan sanatçı; çabuk kırılan, sinirlenen, fakat kin tutmayan ve kötü söz söylemekten sakınan  biridir. Halkçı, milliyetçi ve inkılapçıdır. Gür sesli, hitabet gücü kuvvetli idealist Türkçü bir şairdir. Titreyen bir ses tonuyla konuşur. Zengin bir kitaplığı vardır ve Fransızca bilir. Genellikle sabahları çalışmaktan hoşlanır. Sade ve temiz giyinir. Yürürken baston kullanır. Altın saat ve kösteğini yelek cebinde taşır. Evine bağlı bir aile reisidir. Yemeğe düşkün ve iştahlıdır. İçki ve sigara içmez ancak pipo veya puro kullanır.

“Mehmet Emin Yurdakul”un Edebi Kişiliği

Mehmet Emin, edebiyat zevkini Mülkiye İdadisi’nde okurken, kitabet hocalığı eden Lastik Said Bey’den alır. Okuma yazması olmayan ancak hikaye dinlemeyi seven babası,  ona Kerem ile Aslı, Aşık Garib, Battal Gazi gibi halk hikayelerini okutur.  Çocukluk dünyasını doldurmaya başlayan halk masalları ve şiirlerinden dolayı şiir ve edebiyata olan ilgisi artmaya başlar. Sonraki zamanlarda Mehmet Emin, Namık Kemal’in “Evrak-ı Perişan” adlı eserini ve diğer eserlerini de okur.

Mehmet Emin’in hayatına yön veren kişiler arasında babası Salih Efendi, Şeyh Cemaleddin Efgani ve eşi Müzeyyen Hanım ilk sırada yer alır. Babası Salih Reis’in halk edebiyatına karşı duymuş olduğu ilgi, Mehmet Emin’e milli edebiyata yönelme ufkunu açar. Babasından sonra, onun üzerinde etkili olan Şeyh Cemaleddin Efgani 1838-1897 tarihleri arasında yaşamış Afgan bir İslam bilginidir. Mehmet Emin, Nişantaşı’nda oturan Cemaleddin Efgani’yi sık sık ziyaret eder ve onun düşüncelerinden yararlanır.

Sanatçı, Cemeleddin Efgani’yi büyük bir mürşit olarak tanır. Gençlik çağlarını anlatırken, “Beni yoğuran odur.” der. Onun meclislerine devam ederken, “Türkçe Şiirler” adlı eserinde yer alan şiirleri yazmaya başlar. “Kur’an-ı Kerim” adlı şiirini ondan aldığı ilhamla yazar, “Dua” şiirini ona ithaf eder. Mehmet Emin, her şeyi üstadına üstadına borçlu olduğunu “Üstadım, manevi pederim, rehberim Şeyh Cemaleddin Efgani Hazretleri idi.” sözleriyle belirtir. Ziya Gökalp, Mehmet Emin Bey’e Türkçülüğü aşılayan, halk dilinde, halk vezninde, millet sevgisiyle dolu şiirler yazmasını tavsiye eden kişinin Şeyh Cemaleddin olduğunu kaydeder.

Mehmet Emin, 1989 yılında “Türkçe Şiirler” adlı eserinde öz Türkçe ile yazmış olduğu dokuz adet şiir yayımlar. Bu şiirler; Asır, Musavver, Malumat, Mütalaa ve Servet-i Fünun gibi yayın organlarında yayımlanır. Cemaleddin Efgani, bu şiirlerden  “Cenge Giderken” adlı şiiri beğenir ve  Mehmet Emin’in bu doğrultuda şiirler yazmasını öğütler. “İşte asıl sizin edebiyatınız budur.” diyerek onu alkışlar ve teşvik eder.

Eşi Müzeyyen Hanım Mehmet Emin’in üzerinde en fazla etkili  olan kişilerdendir.

Mehmet Emin, kendisiyle yapılan bir görüşmede eşi Müzeyyen Hanım’ın üzerinde bıraktığı etkiyi şu sözleriyle ortaya koyar: “Eşim, hayat ve gönül yoldaşım, Şebinkarahisarlı bir Türk kızıdır. Onunla evlendiğim zaman benimle konuştuğu öz Türkçe, bana kendi dilimin özünü anlatmıştı. Ben, İstanbul ağzını anamdan ve babamdan, sonra Anadolu lehçesini karımdan öğrendim. Onun saf ve asil ruhunun kaynaklarından Türklük aşkının kandırmaz kevserini içtim”. Görüldüğü üzere, yukarıda belirtilen kişiler, Mehmet Emin’in üzerinde derin izler bırakmışlardır.

Mehmet Emin’in yayınlanan ilk şiiri, Resimli Gazete’nin 17 Ekim 1895 tarihli sayısında yayımlanan “Köyde Fırtına”dır. Bu tarihten sonra yazdığı şiirler birçok gazete ve dergide yayımlanmıştır. Sanatçı, kitaplarını bastırmadan evvel yakın çevresinin beğenisine sunar ve onların görüşlerini alır. Örneğin; ilk eseri olan “Fazilet ve Asalet”i yayımlamadan önce Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit ve Muallim Naci gibi şahsiyetlere göndererek onların eser hakkında neler düşündüklerini bilmek ister. Bu şahsiyetlerin olumlu görüşü üzerine eser 1891’de basılır.

Mehmet Emin, şiir yazmaya Serveti Fünun topluluğunun en yoğun eser verdiği dönemde başlar. Ancak onların etkisinden uzak; halkçı, milliyetçi bir görüş ve düşünceyle; sade, açık bir dille ve hece vezniyle şiirler yazar. Devrin önde gelen sanatçılarından Recaizade Ekrem Mehmet Emin’e yazdığı bir mektubunda “Kur’an-ı Kerim” şiiri üzerinde durur ve takdirlerini belirtir. Abdülhak Hamid, “Cenge Giderken” adlı şiirini beğenir, Şemsettin Sami ise onun bu şiirlerle Türk şiirinde bir çığır açtığını ifade eder. Rıza Tevfik, “Cenge Giderken” ile “Kur’an-ı Kerim” adlı şiirlerin tahlilini yapar. Bu olumlu  geri dönüşler şairi memnun eder. Bu şiirlerin yurt içinde ve yurt dışında yankıları büyük olur.

Kırım Türklerinin önde gelen kanaat önderlerinden İsmail Gaspıralı, 24 Mart 1899 tarihli mektubunda, ona karşı duygu ve düşüncelerini dile getirirken, bir yerde şöyle der: “…şiirlerinizi Edirne, Bursa Ankara Konya Erzurum Türkleri anlayıp, ezberleyip okuyacakları gibi Tiflis, Tebriz, Şirvan, Horasan, Türkistan, Kaşkar, Deşt-i Kıpçak, Sibirya, Kazan, Kırım Türkleri de okuyacaktır ki, bu şerefe Fuzuli ve Nabi nail olmadılar.”

Mehmet Emin’in eserleri çeşitli dillere çevrilmiştir.

Macar  Türkolog A. Vambery,15 Nisan 1899 tarihli mektubunda, şiirleri dili bakımından beğendiğini belirtir. İngiliz Türkolog E. J. Wilkinson Gibb, 6 Haziran 1899 tarihli mektubunda, Mehmet Emin’in bu eseriyle Türk edebiyatına çok büyük hizmet etmiş olduğunu ifade eder. Strasburg Üniversitesi profesörlerinden Paul Horn ise “Anadolu’dan Bir Ses” adlı şiiri beğendiğini söyler ve şairi takdir eder. Rus Türkolog V. F. Minorsky, eseri içeriği bakımından büyük bir dikkatle inceler; Türk’ün kendi diline, dinine ve köyüne bağlılığını içten anlattığını düşüncesiyle “Cenge Giderken” şiirini beğenir. Ayrıca kitapta yer alan dokuz şiiri Rusçaya çevirir. (1903).

Emin’in “Türkçe Şiirler” adlı kitabında yer alan eserler Türk edebiyatında yeni bir çığır açar. O, bunu estetik bakımdan hiç de mükemmel olmayan şiirleriyle gerçekleştirir. Ana çizgileriyle bu şiirler dili, vezni, fikri, üslubu ve dilde Türkçülüğe hizmet edişi bakımından alkışlanır. Onun bu çıkışı, “Yeni Lisan” akımına ortam hazırlar. Halide Edip, Türkçe şiirler için şu dikkate değer cümleyi söyler: “Mehmet Emin Bey’in eseri bu suni bahçeden hakiki bir bahçeye açılmış bir pencere gibi geldi.”

Türkçe şiirler, edebiyatımıza yenilikler getirmesi nedeniyle, uzun süre gündemde kalır. Dönemine göre, öz Türkçeyle, halk ruhu ve zevkiyle yazılmış olması, önemli bir yeniliktir. Hece vezniyle yazılan bu şiirler, saz şiiri geleneğinden uzak, modern ve uygar bir ruhla kaleme alınmışlardır. Bu şiirler, basit olmakla birlikte güzel; estetik bir forma ulaşamamasına karşın doğaldır. Ayrıca bu şiirlerin hece vezniyle yazılmış olmasından başka dikkate değer bir diğer yönü “Türk” kelimesinin sıkça tekrar edilmiş olmasıdır. Örneğin;

Ben bir Türk’üm dinim, cinsim uludur,
Sinem, özüm ateş ile doludur,
İnsan olan vatanının kuludur,
Türk evladı evde durmaz; giderim!”
(Anadolu’dan Bir Ses- Yahud cenge Giderken’den).

En güzel yüz bize çirkin: biz severiz Türk yüzü.
En iyi öz bize fena; biz isteriz Türk özü.
Milletimiz alkışlarız; anıldıkça Türk sözü.
Biz Türkler’iz: biz bu kanla, biz bu adla yaşarız.!”
(Yunan Sınırını Geçerken’den).

Sanatçı “İstibdat Yönetimi”nden dolayı 1902-1905 yılları arasında sessiz kalır.

Mehmet Emin, “Türkçe Şiirler” adlı eserini yayımladıktan sonra 1902-1905 yılları arasında sessiz kalmıştır. Çünkü İstibdat yönetiminin diğer sanatçılar üzerinde etkili olan sansürü, Mehmet Emin’in üzerinde de etkili olmuştur. 25 Mayıs- 7 Aralık 1905 tarihleri arasında Selanik’te çıkan “Çocuk Bağçesi” dergisinde sanatçının otuz kadar şiiri yayımlanır. Bu dergide, şairin şiirleri hakkında eleştiri yazılarına da yer verilir. Ömer Naci, Rıza Tevfik, Raif Necdet ve Hüseyin Cihad’ın yazıları bunlardan birkaçıdır. Tartışma içerikli bu yazıların dışında, Tevfik Fikret’in mektubu (Çocuk Bağçesi, 24 Teşrin-i Sani 1321/7 Aralık 1905) Mehmet Emin’in şiirleri hakkında yazılan yazılardan en kayda değer olanıdır. Bu mektupta Fikret, Mehmet Emin’e karşı takdir duygularını içeren sözler söyler. Şiir dilinin anlaşılır ve açık oluşundan ötürü, duymuş olduğu memnuniyeti ifade eder. “Size, sizin bir çocuk zihninde bile kolaylıkla yer bulan şiirinize gıpta ediyorum!” der.

Mehmet Emin, İkinci Meşrutiyet ile gelen serbestlik ortamında manzumelerini yeniden çeşitli gazete ve dergilerde  yayınlar. Şairin özellikle 1911-1929 tarihleri arasında “Türk Yurdu” dergisinde yayımladığı şiirleri oldukça dikkat çeker. 1914 yılı içerisinde şöhreti iyice artarak “Milli Şair” olma yolunda emin adımlarla ilerler. “Türk Sazı” ve “Ey Türk Uyan!” adlı şiir kitapları bu dönemin ürünüdür. İçte ve dışta geniş yankılar uyandıran bu eser elli iki manzumeden oluşur. Yurt sevgisinin yanında Türk milletinin acılarını dile getiren bu şiirlerin birçoğu, bir kitapta toplanmadan önce, dergi ve gazetelerde yayınlanmış ve yabancı dillere çevrilmiştir.

Birinci Dünya Savaşı yıllarında çıkan “Ey Türk Uyan!” şiiri büyük nakil uyandırmıştır.

Uzun bir manzume olan “Ey Türk Uyan!” Birinci Dünya Savaşı sırasında ve “Turancılık” akımının ülkemizde ilgi gördüğü bir dönemde yazılır. Ahmet Hikmet Müftüoğlu, 27 Aralık 1914 tarihli mektubunda bu şiiri birkaç orduya bedel bulur ve “Mevlid” gibi her yerde okunması gerektiğini belirtir. Süleyman Nazif ise “Ey Türk Uyan!” şiir kitabı çıktığı zaman bu şiirleri hantal bularak “Ey Türk Utan!” diye kelime oyunlu bir eleştiri getirir. Hatta Süleyman Nazif, Mehmet Emin’i şair olarak bile görmez. Ona “Milli Şair” denilmesini hoş karşılamaz. Çünkü ona göre, Mehmet Emin’in şairliği bir hiçtir. Ancak Süleyman Nazif’in muhalefeti Mehmet Emin’in popülaritesine hiç etki etmez. Hatta Mehmet Emin öyle popüler olmuştur ki şarin onuruna, 17 Aralık 1914 perşembe akşamı, Türk Ocağı’nda bir “Edebiyat Gecesi” bile düzenlenir. Bu gecede, Ziya Gökalp, Yusuf Akçura ve Fuat Köprülü gibi edebiyatımızın önemli isimleri birer konuşma yaparlar.

Mehmet Emin, şiirlerindeki konuları, Türk halkının hayatından alır. O, Anadolu köylüsünün destanını yazar. Yoksulun, zavallının ve acı çekenlerin ıstıraplarını dile getirir. İçlerinde Mustafa Kemal Atatürk’ün de bulunduğu bazı devlet, sanat ve fikir adamlarına göre Mehmet Emin, ilk defa Türk milletine kendi öz diliyle hitap eden ve hakiki Türk edebiyatının zevkini milletimize tattıran, Osmanlının çok uluslu yapısı içinde Türk olduğunu gururla haykıran, Türklük şuurunun sembolü, milli bir şair iken; kimlerine göre de layık olmadığı halde gençler tarafından put yapılıp tapınılan, dolayısı ile bu putun üzerindeki örtünün kaldırılması gerektiğine inanılan ve boşu boşuna “milli şair” unvanı verilen, şairliği bile meçhul sıradan bir şairdir.

Mehmet Emin’in Türk edebiyatına en büyük hizmeti heceyle şiir yazma çığırını yeniden açmış olmasıdır.

Sanatçı özellikle 1908’den sonra, Ziya Gökalp’in edebiyatta millileşme hareketini başlatmasıyla odak noktası olmaya başlayınca Türk aydını onun açtığı bu çığırda yürümeye devam eder ve böylece şiirimize Anadolu halkının sorunları girer. Yeni kuşağın şairleri heceyle şiirler yazmaya koyulur. “Beş Hececiler”den biri olan Halit Fahri Ozansoy, Mehmet Emin’e çok şeyler borçlu olduğunu söyler. Milli şiirlerin ruhunu ondan aldıklarını belirten Halit Fahri, hece veznini ahenk ve kafiye bakımında zenginleştirmeye çalıştıklarını, Mehmet Emin Bey’e karşı itirazlarının, onun şiirlerindeki vezin ve ahenk üzerine olduğunu kaydeder. Bu arada, “Beş Hececiler”in Mehmet Emin’i birçok kelimeyi, vezin zoruyla söyleyişe aykırı biçimlerde mısralara yerleştirdiği, kafiyede kulak zevkine gereken önemi vermeyişi ve ahenksizlik yarattığı gerekçesiyle eleştirdiklerini belirtelim.

Onun cümle düzeninde, kulağın aradığı o gizli, ince ve şiiri musikiye yaklaştıran sesi bulmak güçtür. Kelimelerin birleştirilmesinde ses bakımından uyumsuzluklar dikkatleri çeker. Sanatçı, halkın rahatlıkla benimseyebileceği bir üslubu kuramaz. Bu yüzden, İsmail Hikmet’in deyimiyle onun diline “şiir dili”, nazmına da “şiir” demek hayli zordur.

Mehmet Emin’in şiirlerinde bir eğitici ve hitap kimliğiyle karşımıza çıktığı bir gerçektir. Milliyetçilik duygusu, vatan sevgisi ve bağımsızlık düşüncesini aşılamaya acaba gösterir. Mehmet Kaplan, onun manzumelerinin yeni, sosyal ve milli vasıflar taşımakla beraber, şiirden anlayanların pek hoşuna gitmediğini vurgularken, şunları söyler: “Bilakis takur tukur ahenk, lüzumsuz unsurlarla dolu olan dil, yapmacık gibi duran aşırı merhamet duygusu, bıktırıcı bilgiçlik ve öğreticilikleri ile dile ve hece veznine karşı bir şüphe uyandırıyorlardı.”

Mehmet Emin’e göre şair tabiatın ve hayatın bir sesidir.

Mehmet Emin e göre ise şair, “İnsanın özgür, kainatın mutlu olması için yazan kişidir. O, sanatlı şiir yazanları, bir kuyumcuya benzetir; sade ve anlaşılır yazmasından dolayı da kendisini demirciye…. Sanatçı şiiri güzellik için olmakla birlikte, iyilik için de geçerli sayar. Şiirin tabiatı, aşkı dile getirdiği kadar insanlığın acılarını da dile getirmekle yükümlü olduğuna inanır. Şiiri tabiatın ve hayatın bir sesi olarak algılar. Ona göre şairin ruhu özgürdür. “O, yalnız kendi ilham perisinin esiridir.” Şaire göre milli edebiyatın ve milli şiirin oluşabilmesi için eserlerin halkın diliyle yazılmış olması; yurdun güzelliklerini, büyüklerini, atalarının efsanelerini, hatıralarını, aşklarını, elemlerini, ümit ve rüyalarını anlatmış olması gerekir.

Onun sanatının ve hayatının amacı halkın şairi olmaktır.Onun anlayışına göre, gerçek Türk edebiyatı, halk edebiyatıdır. Bütün diller anlamak ve anlatmak için birer araçtır. Bu yüzden halkın anlayacağı bir dil kullanılmalıdır. Onun böyle halkçı bir anlayışı benimsemesinde, yetişmiş olduğu aile ortamının payı olduğunu öne sürmek mümkündür. Buna rağmen, Mehmet Emin’in dili köylünün anlayabileceği bir dil değildir. Bu noktadan hareketle, onun halkın şairi olmaktan çok, halkçı şair olma çizgisinde kaldığını söylemek mümkündür

Kenan Akyüz, Mehmet Emin’in halktan aldığı malzemeyi halk için kullanmadığını söyler ve hakkında şu yargıda bulunur: “Bu malzemeyi sadece kendisi için kullandı; aralarına katılmadığı Servet-in Fünun şairleri gibi, o da yalnız kendisinin şairi, oldu.”

Nihad Sami Banarlı da, onun halk dilini ve halk veznini kullandığı halde, ananevi Türk halk şiirinin sesini kavrayamadığını öne sürer ve şunları söyler. “Gerçekten bu şair, halk edebiyatının milli bir ses ve milli bir zevk mahsulü olan vezinlerini kullanamıyor, hece veznini  sadece bir parmak  hesabı gibi kabul etmiş görünüyordu. Onun şiirlerinde halk edebiyatımızın koşma, destan, türkü vezinlerini ve bu vezinlerin duraklarını, ses bölmelerini ve ananevi kafiyelerini bulmak çok güçtü. ”

Mehmet Emin duygu şairi değil, ülkü şairidir.

Ancak şurası  bir gerçektir ki Mehmet Emin bir ülkü şairidir. Ses bakımından başarılı olmasa bile, fikir ve heyecan bakımından dikkate değer bir sanatçıdır. O, güzele değil, yararlı olana önem verir. Bir şair için gerekli olan hayal  gücü ve sanat yönü onda beklenilen düzeyde görülmez. Bu  yüzden, şiirlerinde bir kuruluk, lirizmden çok öğreticilik belirginlik kazanır.

Mehmet Emin’in şiirleri öz ve ruh bakımından halkçılık, milliyetçilik ve inkılapçılık ilkelerini yansıtır. O, Atatürk’ün modern Türkiye yaratma çabalarına katkıda bulunan bir sanatçıdır. O nedenle şiirlerinde eğiticilik ve öğreticilik epik unsurlarla bütünleşme gösterir. Vatan, millet ve İstiklal şiirleri kaleme alır.

Tevfik Fikret’te olduğu gibi nazmı, nesre yaklaştırır. Şiirlerinde karşılıklı konuşmalara geniş ölçüde yer verir. Özellikle manzum hikaye, karşılıklı konuşma, halkın ve ülkenin içinde bulunduğu sorunları dile getirmesi bakımından Tevfik Fikret ve Mehmet Akif’le en belirgin ortak yanlarını oluşturur. Bir kısım manzumelerinde veciz söyleyişlere ulaşır. Dörtlüklerin dışında, üçer, altışar, sekizer mısralık kıtalar kurar. Batı şiirlerini sone tarzında yazar. Serbest nazmı kullanır. Sone ve serbest müstezada yaklaşmış olması, onun Servet-i Fünun etkisinden tamamen kurtulamadığını gösterir. Şiirleri genellikle çapraz ve serbest kafiye ile kafiyelenmişlerdir.

Sanatçı, mısralarında hece vezninin 6+5 durağına uymaması nedeniyle milli veznin etkili ve büyüleyici yanını yakalayamaz ve istenen ritmi elde edemez. Kafiyeleri kalın ve ağırdır. çok sayılı hece ölçülerini kullanması, şiirlerinde yavanlık, tutukluk ve ahenksizlik görülmesine yol açar. Ancak şiirlerinde görülen hitabet edası ve gür sesiyle ruhları okşar.

Yusuf Ziya Ortaç, onun şiirlerini dörtlük halinde ayrı ayrı kağıtlara yazdığını bunları numaralayıp sonra bir araya getirdiğini kaydeder. “Zaten bir birine bağlı değillerdi ki… Başka dörtlükler katsanız da olurdu, çıkartsanız da!”  derken, onun şairliğini pek ciddiye almadığını belirtir. Yahya Kemal  de, onun şiirde bir türlü sadede gelmediğini ifade eder. İsmail Hikmet, Mehmet Emin’in şairlik yönünü irdelerken onun, “şiirin rakik, beliğ ve nezih sinesine” giremediğini öne sürer. Heyecanını zayıf, ilhamını suni ve ifadesini kuru bulur.

Kimi sanatçılar Mehmet Emin’i yere göğe sığdıramazken, kimi sanatçılar onu yerden yere vurur.

Bu değerlendirmelere karşı, Hamdullah Suphi Tanrıöver, şöyle bir tavır koyar: “Emin Bey’in şiirleri ruhumuzun sakin denizde kasırgalar gibi hercümerçler, kıyametler kopardı. Bilmem hangi kelime, hangi satır güzel değilmiş diye itiraz edenlere hakiki bir şefkat ve merhametle acırım. “

Bütün bu değerlendirmelere rağmen Mehmet Emin’in edebiyatımızda önemli bir yeri olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ancak  büyük bir şair olduğunu savunmak da gerçekçi bir değerlendirmeden uzak kalır. Onun esas önemli yanı kendisinden sonra gelen sanatçıları etkilemiş olmasıdır.“Türkçe  Şiirler”  adlı eserini yayınlamasından sonra, onun etkisinde kalan, fakat onu aşan şairlerimiz yetişir. Özellikle “hecenin beş şairi”, şiirimizin vizyonunu genişletir.

İlk şiirlerinde lirizme ulaşan, sonraki şiirlerinde kuruluğa düşen “Milli Şair”in yazarlık yönü de dikkate değer niteliktedir. Onun bazı nesirleri, manzumelerinden daha başarılı, canlı, samimi ve liriktir.

“Mehmet Emin Yurdakul’un Eserleri

Şiirleri:

  1. Türkçe Şiirler (1898)
  2. Türk Sazı (1914)
  3. Ey Türk Uyan (1914)
  4. Tan Sesleri (1916)
  5. Hasta Bakıcı Hanımlar (1917)
  6. Zafer Yolunda (1918)
  7. Turan’a Doğru (1918)
  8. İsyan ve Dua (1918)
  9. Aydın Kızları (1921)
  10. Mustafa Kemal (1928)
  11. Ankara (1939)

Nesirleri:

  1. Fazilet ve Asalet (1891)
  2. Kral Corca (1923)
  3. Türkün Hukuku (1919)
  4. Dante’ye (1928)

Mehmet Emin; basılmamış şiirlerinden “Milli Destan”ı Türk Ordusu’na, “Devrim”i Türk Milleti’ne, “Ankara”yı da Türk gençliğine armağan eder.

Ayrıca Mehmet Emin’in kitap halinde basılmış şiirleri dışında, dergi ve gazetelerde kalmış manzumeleri de vardır. Bunlardan bir kısmı, Fevziye Abdullah Tansel tarafından “Mehmet Emin Yurdakul’un Eserleri –1″ve “Mehmet Emin Yurdakul’un Şiirleri- 2″de bir araya getirilmiştir.

Kaynakça

  1. Ayda, Adile, Böyle İdiler Yaşarken-Edebi Hatıralar, Ankara,1984
  2. Gökalp, Ziya,Türkçülüğün Esasları, Ankara,1924
  3. Alangu, Tahir, 100 Ünlü Türk Eseri, İstanbul, 1974
  4. Ozansoy, Halit Fahri, Edebiyatçılar Geçiyor, İstanbul, 1939
  5. Kaplan, Mehmet, Şiir Tahlilleri, İstanbul, 1952
  6. Ünaydın, Ruşen Eşref, Diyorlar ki, İstanbul, 1918
  7. Akyüz, Kenam, Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi, Ankara, 1953
  8. Banarlı, Nihad Sami, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara, 1948
  9. Mehmet Fuat, Nazım Hikmet-Portreler, İstanbul, 2001
  10. Atsız, Hüseyin Nihal, Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul, 1943
  11. Tanrıöver, Hamdullah Suphi, Günebakan, İstanbul, 1929

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir