İPİNİ KOPARMIŞ BİR GECEDE, BEYOĞLU

İPİNİ KOPARMIŞ BİR GECEDE, BEYOĞLU

Gece;
B
ütün günahlardan içip,
Körkütük sarhoş ağırlığı ile buralara çullanıyorken,

Korkudan Tünel;
Kepenklerini çoktan indirip,
Yorganını çekmiştir üzerine.
Belli belirsiz gölgelerin meydana çıkma zamanıdır.
Duman altı zonklamalar;
Vukuatlı bir bölümünü, boylu boyunca uzatır.
Mazi, vuslatın elinde eski bir oyuncaktır.
Tarifsiz duygularımdır,
Eski tozlu kemanın, Hicaz taksimi notalarına asılı kalır.
Gizemli bir genç kız edasıyla, sarıp sarmalar beni,
Yine de dimdik karşımdadır İstiklal Caddesi.

Umutsuzluğun uyuşturduğu bedenlerdir;
Köşe başlarını mesken tutarlar.
Odakule,
Sipsivri ortada kalmışlığının acısıyla kıvranmaktayken,
Unutulmuşluğunu acı acı yudumlar Haçopulus Pasajı.
Aşina birilerini arar, yaşlı gözleri.
Galatasaray Lisesi’nin önünde,
Bir nefes alırım,
Bir daha.
Gelmeyen O vefasız sevgiliyi beklemekteyim hâla.
Kaybolmuşluğumdur;
Bedenimi vurur, delik deşik eder.
Esir alıp götürür, masmavi hayallerimi.
Balicilerin saldırılarına maruz kalır
Saf elleriyle bilye oynayan çocuksu anılarım.
Atlas Sineması’nın vitrininde,
Gençlik heves güveslerime bakakalırım.

Çiçek Pasajı; yorgun, argın, biteviye.
Küsmüş tüm geçmiş zamanlara.
Tamam desem,
Yaslanacak omuzlarıma.

Söndürürken ışıklarını İnci Pastanesi.
Uzaklaşırlar,
Geç kalmış bir çift sevgili.

Loş sokaklara saklanırken, morarmış hatıralar.
Anlatamam,
Yalnızlık,
Kimsenin elinden alamadığı
Üşüyen sevdaları nasıl da kırbaçlar.

Kime sorsan anlayanı tanıyanı bile yok.
Sanki hiç olmamış, yaşanmamış.
Kış yazdan kaçıyor, yaz kıştan.
Rahmet okuyanı da ararsan bul getir.
Yeşilçam’ı kaybetmiş bir değerler yazgısı;
Vefasızlığın diz boyu fotoğrafı.

Hüzzam makamının labirentlerinde edinmiştir yer.
Artık,
Renk ayrımına gerek yoktur diyen;
Yaşanamayanlarla yaşanmışlıkların arasında kalanları gören
Deformeli bu yüzdeki, yorgun gözler.

Bilinmeyen ıslak zamanın çiselemeleridir;
Ağa Camii’nin önünde,
Şimşekleri çaktırır birdenbire.
Çaresizliğin çirkin yüzü aydınlanır.
Kediler, bilinmeyen çöp bidonlarına saklanırlarken.
Saçakların altında sığınacak yer arayan,
Hayat kadının ayakları ıslanır.
Fransız Konsolosluğu’nun önünde
Kaldırım taşları büzüşür.
Bakakalır umutlar, hallerine ağlayıp üşür.
Taksim;
Kafası bilinmez nelerle dopdoludur.
Gecenin geç saatleri;
Baygın melodramlarıyla başlatır eziyetlerini.

Tepebaşı-Tarlabaşı Bulvarı.
Ayrılamaz birbirlerinin sırdaşı.
Cihangir-Gümüşsuyu elele derin uykularında.
Hep beraber,
Eski İstanbul’u görürler rüyalarında.

Barlarda şarkılarını söyleyen
Ah o cilveli kız yok mu o cilveli kız;
Yıllanmış şarap gibi,
Kurdeleli saçlarından akıp gider,
Sincap denilen bu yaşam dedikleri.

Galata Kulesi,
Ermiş dede edasıyla kafasını kaldırıp,
Ekşimtırak gülümsemesiyle gözetler hepsini.

Oturmuş kafamın tam orta yerine
Keyfe keder bir yığın ezik anılar;
Ayaklarıma dolanır yorgun adımlarım.
Eller cepte senfonisinin bilinmeyen notalarıdır dudaklarımda.
Söyleyecek bir çift söz bulamam ağaran saçlarıma.

Zamanın değişmeyen ılık yelpazesinde;
Gizemli ve de yorgun Yaşam,
Gözyaşlarını petek petek işlemekte.
Mısra mısra dağılmışlığını, raylara yazan,
47 nolu Taksim-Tünel Tramvayıdır,
İçinde pek çok anıları barındırır.

Bakıp bakıp da eski kırık aynalara,
Ve der ki uslanmayan gönül:
Bırak geçsin bu küflü ömür
Her şeylere değer Beyoğlu’nda…                      

                                                      Dursun TOMBUL  (11.Şiir Kitabımın ilk Şiiri – Şubat – 1987)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir